Modern İslamcı Kadın Hareketleri ve Kubeysi Hanımlar




Modern dönemde ortaya çıkan kadın hareketlerinin modernitenin ürettiği arızalarla az ya da çok malul olduğu malum… 1990’lı yıllarda Malezya’da kurulan “Sisters in İslâm” adlı feminist hareket, Endonezya’da, 2000 yılında Ferha Ciciek ve arkadaşlarının kurduğu feminist “Rahima Foundation (Rahime Vakfı)” ve bu vakfın yayın organı “Swara Rahima” dergisi, Esmâ el-Murâbıt önderliğindeki Fas merkezli İslamcı feminist hareket, İran feminist hareketinin sesi “Zenân” dergisi, liderliğini el-Hâcce Nihal Emced ez-Zehâvî’nin yaptığı Irak İslamcı Feminist Hareketi, Amine Vedûd, Pakistanlı Nazya Seyid ve Esma Barlas, Mısırlı Leyla Ahmed, Dr. Zeynep Rıdvân, Yeni Kadın Vakfı başkanı Emel Abdülhadî ve Arap Kadınları Dayanışma Vakfı (AWSA) başkanı Nevâl es-Sa‘dâvî, Bangladeşli Rukiye Şekâvet Hüseyin ve Dina Sıddîkî, Faslı Fatıma el-Mernîsî, Yemenli, “Sisters Arabic Forum (Arap Kızkardeşler Forumu)”, Emel Başa ve Hatice es-Sülemî, Suudi Arabistanlı Leyla Nebîh, Filistinli Yüsrâ el-Berberî, Ürdünlü İbtisam el-Atiyyât, Sudanlı Fatıma Ahmed İbrahim gibi kişi ve kurumlar düzeyindeki feminist ve post-feminist hareketler, Türkiye gibi ülkelerde kendini feminist olarak tanımlamamakla birlikte zihinlerini büyük ölçüde hâkim kültürün şekillendirdiği kadın yazarların yön verdiği arızalı yaklaşımlar ve hareketler incelendiğinde zihin bulanıklığının hangi boyutlarda seyrettiği net olarak görülecektir.



Egemen dünya sisteminin “özgürlük ve eşitlik” sloganlarının çekim alanına vakumlanan modern kadın, fıtratına/kendisine yabancılaştığının ve zihin dünyasının tarumar edildiğinin çok da farkında değil.

Modern Müslüman kadınlar bile Allah’ın kendilerine yüklemiş olduğu değer merkezlerini, sözgelimi, anneliği ve ev hanımlığını öteleyerek kendisini erkekle rekabet eden bir alanda konuşlandırıyor. Takva sahibi bir insan olma devinimi içinde olması gereken kadın, adeta erkek olma mücadelesi içine girmiş durumda. En başta “anne” olmak ve kadın kalmak gibi vesileleri olan takva kriterini[1] öteleyen modern kadın, yaratılışına aykırı bir alanda çırpınıp dururken, “İslâmî değerlerle modern değerler arasında gide gele başı dönmüş şizofren bir kişiliğe dönüşmüş…”[2]

Bir kadın olarak Allah’ın kendisine biçtiği rolü gönül rahatlığıyla benimsemesi gereken Müslüman kadın, erkeğe biçilen rolü üstlenme çabası içine girerek insanî dengenin bozulmasına katkıda bulunmayı adeta şiar edinmiş gibi…

Elma ve armudun her ikisinin de meyve olduğu bir vakıadır ama ikisinin aynı şey olduğunu söylemek kör cehalete mebnî değilse bir tür “akıl tutulması”dır. Çünkü elmanın tadı, kokusu ve içerdiği vitaminlerle; armudun tadı, kokusu ve içerdiği vitaminler farklıdır. Elmaları armutlaştırmaya kalkışanların yaptığı işin abesle iştigalden öte bir anlam ve işlevi vardır.

Yıllar önce bir cami kürsüsünde dinlediğim bir hoca efendi, “Çocukların bakımını erkeklere, ülkeleri koruma ve savaş işini de kadınlara bıraksak, Allah korusun hem ülkeleri kaybederiz hem de çocukları” demişti. Yani elmalarla armutları birbirine karıştırmak bir aşılama değil; klonlama faaliyeti olması hasebiyle, eğer bilinçli yapılıyorsa, bir ifsad faaliyetidir. Bilinçsizce yapılıyorsa iyi niyet taşlarıyla döşeli olduğu söylenen “yol”a taş taşımak yerine bir an önce cennete yakın bir yerde konuşlanmak gerekmektedir.

Egemen paradigmanın kendini kadın üzerinden pazarladığı ve toplumları kadın üzerinden dönüştürdüğü bir vakıa. Bu paradigmaya karşı durduğunu söyleyen kimi Müslüman kadınların bu çarka su taşıması ise ayrı bir vakıa. Kapitalist tüketim sistemiyle flört halinde 2008 tesettür kreasyonları üreten tekstil firmaları, kozmetik ürünler tüketimindeki devasa artış, iş kadını olma histerisi, hızla artan boşanmalar, Am-Way, Herbalife, Forever Living Products pazarlamacılığı vb. durumlar düşünülürse nereye akredite olunduğu net olarak görülecektir.

Her nimetin olduğu gibi, Allah’ın kadına ihsan ettiği güzellik ve letafet nimetlerinin de bir bedelinin olduğu unutulmamalıdır. O bedel ise o nimetleri fitneye ve fesada vesile kılıp çirkinleştirmemek ve iffetle korumaktır. Yani muhsana/iffetli kadın olmaktır. Yoksa erkeklere cinsel şiddet uygulayan bir görünüm tarzına doğru evrilmek… Kendini bir fetiş aygıtı ve tahrik objesi haline getirmek, kendi kendini izafileştirmek, araçsallaştırmak… Bu kirli gidişatı sürdürürken bir mürekkep balığı gibi arkasından günahlar serpiştirerek ilerlemek!

Kaşlarını inceltenlerin lanetleneceğini bildiren hadisi, kaşların tamamen kazınarak yerine dövme vs. gibi şeylerin yapılması olarak açıklayan, recm, talak, taaddüd-i zevcât, mirasta kadının payı vb. konular karşısında bir modernist guruya dönüşen, albenili retorik yoluyla tehlikeli alanlarda cahilane bir güvenle dolaşan bir ağzı kalabalık adamı “tefsirci” olarak görmek ve kadına ilişkin ahkâmı bu bulanık kafanın inisiyatifine bırakma sathiliği bu çağa özgü bir durum. Modern çağı “kusuntu çağı” olarak niteleyen Albert Camus ve “Tanrım, ilahiyatçılara rağmen sana inanıyorum!” diyen Jorge Luis Borges ne kadar da haklıymış.

Hayatını feminen bir görüntü üzerine kurgulamış ve dişilik meşalesini tutuşturmuş, kozmetik ürünleriyle yapaylaştırdığı güzelliğiyle, sivrilttiği dişiliğiyle, tesettür kreasyonlarını takip ederek seçtiği giyim tarzıyla erkekleri taciz eden, cinsel terör uygulayan… Dişiliği kadar hiçbir erdemini dışa vuramayan, diğer taraftan kendi bedeninden utanıp, önemli olduğunu hissettirmek için erkekleşme hedefine saplanmış, “aslında erkek, evrimini tamamlayamamış kadındır” gibi sapkın feminist yaklaşımların kıskacında “çocuk da yaparım kariyer de” diye bağıran zavallı modern kadın.

Kadın merkezli problemleri konuşurken burada erkeğin rolünü ıskaladığımız sanılmamalıdır. Bu problemlerin hatırı sayılır bir kısmının oluşmasında erkeklerin ciddi bir rolünün olduğunu unutmamak gerekiyor. Eğer erkek, hanımının ifa etmeye çalıştığı annelik ve ev hanımlığı vazifelerine gerekli ihtimamı göstermeyerek eşinin yaptığı işleri angarya olarak görürse, kadın kendisinin önemini hissettirecek başka araç ve vasıfların peşine düşecektir. Sabahtan akşama kadar evinin düzeniyle ve çocuklarının terbiyesiyle meşgul olan bir kadına, “sabahtan akşama kadar lüzumsuz işlerle meşgul oluyor” saygısızlığıyla yaklaşmak kadını modernitenin kıskacına itmektir. (Tabii ki günde beş kez abdest alarak temiz kalmayı metro-seksüellik olarak açıklayan maskülen sözde erkek tipler de var, ama onlar bir bahs-i diğer.)

Başkentteki bir kadın platformu üyesi bir bayan, kadınla ilgili hadisler konusunda “bunlar asılsız çıksın diye çok dua ediyordum, ama olmadı. O yüzden sorun var zaten. Bir sene yoğun bir şekilde sırf Kur’ân üzerinde, onun kadına yönelik bakış açısını yakalayabilmek için çalıştım. En azından “bunlar Kur’ân’a aykırı” diyebileyim istedim. Neticede bunların pek çoğu Kur’ân’ın genel yaklaşımı ve ruhuna çok aykırı olsalar da, Kur’ân’da gerçekten ataerkil bir fonun varlığını fark ettim. İşte bu fon insanları çok yanıltıyor. Bu bağlamda, tam da Fazlurrahman’ın dediği gibi şunu gördüm: Kur’ân-ı Kerim, o gün orada yaşayan Arapların zihinlerine hitap ediyor” diyen familyanın hevâ atına binmiş, modern cahilî kültürü kutsayan “özür dileyici” mensuplarının görüntüsü çok zavallıca.

Naval es-Sa‘dâvî ve Amine Vedûd gibi post-feminist Mary Wollstonecraft taklitçisi figürlerin propagandasının yapıldığı ve kitaplarının çevrildiği bir vasatta şükür ki bu kirli telakkilere zihnini kaptırmayan kadınlar da var. Tanıyabildiğimiz kadarıyla modern dönem kadın hareketlerinin malul olduğu söz konusu arızalardan berî olduğunu söyleyebileceğimiz bir hanımlar topluluğunu/cemaatini, şuurlara alternatif olur düşüncesiyle dikkatinize sunacağız. Kadını da erkeği de ait olduğu mevkie –en azından zihnen– yerleştirmemize hatırı sayılır ölçüde katkı sağlayacağını umuyoruz.

Sözünü ettiğimiz topluluk, “Kubeysiyyât (Kubeysî Hanımlar)” adıyla anılan ve son yıllarda yaptıkları eğitim ve davet çalışmalarıyla kendilerinden sıkça söz ettirmeye başlayan Suriye merkezli Müslüman hanımlar hareketi…

Kubeysiyyât hareketinin, kurucusu ve mürşidesi, şu anda yetmiş beş yaşındaki “Ânise Münîre el-Kubeysiyye.”

Hareketin Önderi: Münîre el-Kubeysiyye

Ânise Münîre aristokrat bir ailenin kızı olarak 1933 yılında Şam’da doğdu. Fen bilimleri fakültesinden mezun oldu. El-Muhâcirîn başta olmak üzere Şam’ın muhtelif mahallelerindeki devlet okullarında öğretmenlik yaptı. Altmışlı yılların başlarında davet çalışmaları başlatarak eğitim ve davet faaliyetlerini birlikte yürütmeye karar verdi. Önce Ebu’n-Nûr üniversitesinde daha sonra Şam üniversitesi Şerîat fakültesinde İslâmî eğitimini tamamladı. Ancak davet faaliyetleri sakıncalı bulunduğu için öğretmenlik görevinden menedildi. Faaliyetlerini daha çok kendi ailesinin de içinde yer aldığı Şam’ın elit tabakası arasında başlattı. Çünkü İhvân-ı Müslimîn başta olmak üzere bütün İslâmî yapılanmaların yasaklandığı zamanın Suriyesinde zenginlerin ve elitlerin nüfuzunu kullanarak halka ulaşmayı hedefliyordu. O zamandan itibaren, 2000 senesinde Beşşâr Esed başa gelene kadar faaliyetlerini sessiz bir şekilde yürüttü. Toplumsal katmanların en tepesinden başlattığı eğitim ve davet çalışmaları kısa sürede kentli kadınlar arasında makes bularak yayılmaya başladı. Diğer taraftan karizmatik kişiliğiyle Suriye yönetiminde etkin olan zenginlerin ve yöneticilerin eşlerini ve kızlarını da hareketin içine çekmeyi başardı. Beşşâr Esed başa geldiğinde ise Suriye’de başlattığı, okullarda başörtüsünün serbest bırakılması, Baas partisi ideolojisinin propagandasını yapan derslerin sayısının azaltılması, askerlerin camilerde namaz kılmasına izin verilmesi vb. düzenlemelerle kendini gösteren nisbî normalleşmeden yararlanarak faaliyetlerini bütünüyle yasal zemine taşıdı.

Münîre el-Kubeysiyye, başkent Şam’ın, eş-Şa‘lân ve er-Ravda caddeleri arasında yer alan eski Şam mahallelerinden birinde bir grup davetçi hanımla birlikte yaşıyor. Bağlıları ona “baş ânise” diyor. Şam ulemâsının önde gelen isimleriyle sıkı irtibatı var.

Cemaatin Yapısı

Kubeysiyyât’ın Suriye’deki bütün kesimlerle ve cemaatlerle ilişkileri iyi. Mesela el-Fethu’l-İslâmî’nin müdürü aynı zamanda Şam müftüsü eş-Şeyh Abdülfettah el-Bizm, yine el-Fethu’l-İslâmî’nin yöneticilerinden eş-Şeyh Hüsâmuddîn Farfûr, eş-Şeyh Bedruddîn el-Hasenî’nin cemaati ve bu cemaatin şu anki mesulü eş-Şeyh Ebu’l-Hayr Şükrî gibi tüm kişi ve kurumlarla iyi ilişkiler tesis etmişler. Ayrıca Şam ulemâ ve meşâyıhının hemen hepsinin eşleri ya da kızları cemaate katılmış.

Hareket Ürdün’de “Tabbâiyyât”, Lübnan’da “Seheriyyât”, Kuveyt’te “Benâtü’l-Beyâdir”, Filistin’de “Benâtü’l-Fedvâ”, Suriye’de ve diğer ülkelerde ise “Kubeysiyyât” adıyla biliniyor.

Faaliyetleri

Hareketin üyeleri Suriye, Ürdün, Filistin, Körfez ülkeleri, Avrupa ülkeleri, ABD, Avustralya ve Kanada’da eğitim ve davet faaliyetleri yürütüyorlar. Cemaate bağlı birçok yardım kuruluşu, hastane, okul ve medrese var. Bunlardan özellikle Şam’daki en-Naîm medreseleri, Emevî Camii’nin müştemilatında bulunan ve İmâm el-Gazzâlî’nin itikâfa girdiği odayı kütüphane olarak kullanan Medresetü’l-hadîs en-nûriyye li’l-inâs medresesi, ez-Zehrâ Camii medresesi ve Selâmet hastanesi çok meşhur. Şam’daki özel okulların yüzde kırkı cemaate ait. Cemaatin kitapları ise kendilerine ait olan Şam – Berâmike’deki Selam yayınevi tarafından basılıyor ve dağıtılıyor.

Ayrıca tiyatro salonları, kültür merkezleri, düğün salonları ve stüdyoları var ve buralarda İslâmî ve ahlâkî değerlere vurgu yapan kültürel, sanatsal ve toplumsal faaliyetler düzenliyorlar. Film, çizgi film, müzik gibi araçlar vasıtasıyla özellikle genç kuşaklar üzerinde etkili olan programlar üretiyorlar. Evlenemeyenleri evlendiriyorlar. Düzenledikleri giriş-ücretli programlardan elde edilen gelirler cemaate bağlı hayır kuruluşlarına, okullara ve medreselere gönderiliyor.

Cemaat halka yönelik derslerini ev ve cami halkaları aracılığıyla yapıyor. Geniş katılımlı cami derslerini Şam’ın el-Mâlikî semtindeki el-Muhammedî, Bedir ve Saad mescidlerinde düzenliyorlar. Bu halkalara katılan hanımlara özellikle tesettüre riayet, kaş yolmama, makyajla dışarı çıkmama vb. modernitenin tuzakları konusunda vaaz u nasihatte bulunuluyor.



Farklılıkları

Kubeysî hanımlar bone üstüne lacivert büyük başörtüsü takıyorlar. Bu onların alamet-i farikası adeta. Topuksuz ayakkabı giyiyorlar. Ayrıca cemaate mensup talebelerin ilmî seviyelerini ifade eden renkler var; Medreseye yeni başlayan öğrenci pardösü üstüne beyaz başörtü; temel eğitimi bitiren öğrenci ise açık mavi başörtüsü takıyor. Medrese tamamlandıktan sonra ise lacivert başörtüsü ve siyah pardösü giyiliyor. Talebenin ilmî seviyesi yükseldikçe elbisesinin rengi siyaha doğru bir dönüşüm geçiriyor. Hatta koyu siyah elbiselerin “baş ânise”ye yakınlığı simgelediği söyleniyor.

Lacivert başörtü takmalarının da bir anlamı var. Lacivertin siyahla beyaz arası bir renk olduğu bunun da aşırılıkla gevşekliğin arasında itidal çizgisinde olmayı sembolize ettiği söyleniyor. Ramazan el-Bûtî Londra merkezli el-Hayât gazetesine yaptığı açıklamada diyor ki: “Bu hanımların ilmî ve fikrî donanımı çok iyi. Birçoğu tıp ve mühendislik bölümlerinden mezun. Aşırılıktan uzak ve itidalli bir yapıları var.”[3]

Kubeysî hanımların eğitiminden geçen talebelerin sayısının on binlere vardığı söyleniyor. Eğitim, terbiye ve davet faaliyetlerini kendi açtıkları özel okullarda, medreselerde ve mescidlerde yürütüyorlar. Tesettüre riayetleri ve çalışkanlıklarıyla dikkat çekiyorlar.

Mezhep olarak Şâfiî, akidede Eş’arî, tasavvufta Nakşibendî karakterli bir hareket. Genç kuşakların İslâm terbiyesi üzere yetişmesi ve emri bi’l-maruf nehyi ani’l-münker, bütün faaliyetlerinin ana hedefi.

Uluslararası okul / eğitim çalışması yapan diğer cemaatlerden farklı olarak, kurdukları okullarda ve medreselerde seküler eğitim müfredatını değil; İslâmî ilimler müfredatını takip ediyorlar. İslâmî ilimlerin yanısıra Kur’ân hafızları ve kademeli olarak, Riyâzu’s-Sâlihîn, Buhârî ve Kütüb-i Seb’a (Kütüb-i Sitte ve Muvatta’) hafızları yetiştiriyorlar. Hadisleri metin ve sened olarak ezberletiyorlar.

Kubeysiyyât hareketi bir kadın hareketi olmakla birlikte kendini, modern değerlere ve feminist söylemlere kaptırmayan özgün bir yapı. Batılılaşmış Suriye eliti, hareketi, kadınları kocalarına itaate teşvik etmek ve erkek egemen söylemi pekiştirmekle itham ediyor.[4]

Kadro

Ânise Münîre el-Kubeysîyye’den sonra cemaatin önde gelen ânise kadrosunu şu isimler oluşturuyor: Ânise Hayr Cuhâ, Ânise Minâ Kuveydir, Ânise Delâl Şîşeklî, Ânise Nuheyde Tarakcî, Ânise Fâize Tabbâ‘, Ânise Fatıma Ğubâz, Ânise Nebîle el-Kuzberî, Ânise Racâ Tesâbîhcî, Ânise Semer el-Aşşâ, Dr. Ânise Semîra ez-Zâyid, Ânise Suâd Meyber.

Dr. Ânise Semîra ez-Zâyid cemaat içinde özellikle ilmî birikimiyle temayüz etmiş ve el-Câmi‘ fi’s-Sîyre en-Nebeviyye adında beş ciltlik bir kitap yazmış, daha sonra bunu Muhtasaru’l-câmi‘ adıyla iki ciltte özetlemiş. İslam dünyasının tanınmış âlimlerinden Saîd Ramazan el-Bûtî, Ânise Semîra ez-Zâyid’in bu eserinin 1994 yılındaki birinci baskısına yazdığı takdim yazısında şöyle diyor: “Bu eseri ilmî bir metotla Siyer-i Nebî’nin, Sünnet-i Mutahhara’nın, fıkhın ve İslâm kültürünün hizmetine sunan Ânise’yi tebrik ediyorum. O, bu asrın erkeklerini geride bırakan bir cehd ortaya koymuştur.”

Ânise Suâd Meyber, Akîdetü’t-Tevhîd mine’l-Kitab ve’s-Sünne adında bir kitap telif etmiş. Ayrıca Ma’hedü’l-Fethi’l-İslâmî’de hocalık yapıyor.

Ânise Semer el-Aşşâ ise el-Medhal fî ulûmi’l-hadîs, et-Teysîr fî Hıfzi’l-Esanid ve Mecâlisü’n-Nûr fi’s-Salâti ale’r-Rasûl adlı kitapları telif etmiş.

Ânise Necâh’ın, Fıkhu’l-İbâdât ale’l-Mezhebi’l-Hanefî adında bir eseri var.

Cemaatin önde gelenlerinin hemen hepsi farklı ilim dallarında yüksek lisans ya da doktora yapmış kimseler. Özellikle Şam’daki âniseler çok kültürlü ve eğitimli hanımlar. Cemaat içinde aktif görev alanlar genelde doktorluk, eczacılık, avukatlık ve öğretmenlik gibi farklı meslekleri olan hanımlar.

“Baş ânise” Münîre hocanın en yakınındaki öncü âniseler çok faal ve dinamik şahsiyetlerden oluşuyor. Cemaatin uluslararası çalışmalarını bunlar yönlendiriyor. Filistin sol hareketini temsil eden meşhur bir ailenin kızı olan, Beyrut üniversitesi mezunu Emîra Cibrîl cemaat içinde birinci halkadaki âniseler arasında en karizmatik olanı. Çünkü Lübnan, Kuveyt ve körfez ülkelerindeki faaliyetleri o başlatmış. Ayrıca diğer âniseler arasında ilmî ve fikrî birikimiyle temayüz etmiş. Bu yüzden “baş ânisenin” halefi olarak görülüyor.

Cemaatin bazı ülkelerdeki faaliyetleri şöyle:

Lübnan:

Cemaat Lübnan’a, Filistin solcu hareketinin liderlerinden Ahmed Cibrîl’in kızkardeşi Emîra Cibrîl’in gayretleriyle girdi. Daha sonra cemaatin başına Seher el-Halebî geçince cemaatin Lübnan kolu es-Seheriyyât adıyla anılmaya başlandı. Cemaatin Lübnan’daki eğitim ve davet çalışmaları devam ediyor.

Ürdün:

Cemaatin Ürdün lideri Şeyha Fâdiye et-Tabbâ‘’dır. Cemaatin Ürdün kolu, liderlerinin ismine nisbeten et-Tabbâ‘iyyât adıyla bilinmektedir. Fâdiye et-Tabbâ‘, başkent Amman’ın önde gelen okullarından olan Ümmü’s-Sümmâk mahallesindeki ed-Dürru’l-Mensûr medreselerini ve yine Amman’daki el-Hamâil medresesini yönetmektedir. Bu medreseler cemaatin ülkedeki en önemli faaliyet ayağını oluşturuyor.

Kuveyt:

Cemaat Kuveyt’teki faaliyetlerini yoğun olarak 1981 yılında, yine Ânise Emîra Cibrîl’in öncülüğünde Beyâdir es-Selâm derneğini kurarak başlatmış. Kuveyt sûfiliğinin önde gelen isimlerinden Yusuf Seyyid Hâşim er-Rifâî, derneğin kurulması için ciddi katkılarda bulunmuş.

Derneğe bağlı birçok okul var. el-Kutûfü’l-Hâssa okulu, Selam ve Dâru’l-Ferec yuvaları eğitim kalitesiyle temayüz etmiş kurumlar.

Derneğin şu andaki yönetim kurulu başkanı, Ânise Delâl Abdullah el-Osmân. Cemaat mensupları derneğin ismine nisbeten Benâtü’l-Beyâdir adıyla anılıyor.

Filistin:

Cemaatin Filistin’deki lideri, Nablus’un önde gelen ailelerinden birine mensup ve şu an 70 yaşında olan el-Hâcce Fedvâ el-Hummeyd. Cemaat, bütün Filistin’de olmakla birlikte daha ziyade Nablus şehrinde aktif. Cemaat mensupları hocalarına nisbetle Benâtü’l-Fedvâ veya Kubeysiyyâtü Filistin (Filistin Kubeysîleri) adıyla biliniyor.

Cemaatin ayrıca diğer Arap ülkelerinde, Amerika’da, Kanada’da, Avustralya’da ve birçok Avrupa ülkesinde benzer faaliyetleri ve okul çalışmaları var.

Kubeysiyyât Dâru’l-Hikme’deydi

Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu hareketin Şâm, Kahire ve ABD’deki faaliyetlerini yürüten hoca hanımlar geçtiğimiz günlerde, hanımlara yönelik eğitim çalışmalarıyla adını duyuran SEDAV’ın mezuniyet programına katılmak amacıyla İstanbul’daydılar. Adını ve faaliyetlerini duydukları Dâru’l-Hikme’yi yakından tanımak gayesiyle ziyaretimize geldiler. Kendileriyle “Kubeysiyyât” hareketini, eğitim faaliyetlerini, eğitim müfredatlarını, hadis hafızları yetiştirme programlarını konuştuk. Hareketle ilgili sorular sorduk. Hoca hanımların birikimi, özgüvenleri ve vakarları dikkat çekiciydi.

Ânise Semer el-Aşşâ hareketle ilgili şunları söyledi:

“Biz, hayatını Kur’ân-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in Sünneti’ne göre tanzim eden nesiller yetiştirmeyi hedefleyen ve bunu gerçekleştirmek için geniş yelpazede faaliyetleri olan bir yapıyız. Bu faaliyetlerin ana ölçüsü “Şüphesiz bu Kur’ân, insanları en doğru yola iletir.” (İsra, 9) ayet-i kerimesinde ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in: “Size iki şey bırakıyorum, bunlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapıklığa düşmezsiniz. Bunlar; Allah’ın kitabı ve benim sünnetimdir” hadis-i şerifinde ifade edilen Kitab ve Sünnet’e sımsıkı sarılmadır. Bu cemaat mensupları ilmi ve âlimleri sever… Hurafe ve uyduruk işleri kabul etmez. Bu yüzden cemaat, başından itibaren kendisini ilmî bir zemin üzerinde konuşlandırmıştır. Cemaat selim akla saygı duyar, hikmet ve mantıkla hareket eder.”

Cemaat mensuplarının ilmî altyapısını oluşturmak için neler okutulduğunu sorduk. Ânise Semer el-Aşşâ, sorumuzu şöyle cevapladı:

“Akidede el-Akîdetü’t-Tahâviyye peşinden Cevheretü’t-Tevhîd okunur. Daha sonra Ramazan el-Bûtî’nin el-Akîde ve Evhâmü’l-Mâddiyye el-Cedeliyye adlı kitapları okunur.

Siyerde Dr. Ânise Semîra ez-Zâyid’in el-Câmi‘ fi’s-Sîyre en-Nebeviyye adlı kitabının iki ciltlik muhtasarı okunur.

Tefsirde Celâleyn ve Muhammed Ali es-Sâbûnî’nin Muhtasaru Tefsiri İbn Kesîr‘i başta olmak üzere, Seyyid Kutub’un ve Şa’râvî’nin tefsirleri ve muhtelif tefsirlerden bölümler okunuyor.

Fıkıhta Şâfiî fıkhı okutuluyor.

Vaaz u nasihat üslubunda Şeyh Râtib en-Nâblusî’nin tarzı örnek alınıyor.

Hadis Hıfzı

Hadis ilimlerine gelince, biz hadis eğitimine Şeyh Acâc el-Hatîb ile başladık. Şeyh Acâc’ın Ulûmu’l-Hadis adlı eserini kendisinden okuduk. Neylü’l-Evtâr, Sübülü’s-Selâm ve Fethu’l-Bârî hadis sahasında okunan diğer kitaplar. Yeni nesiller klasik kaynakları anlamada zorlandığı için Acâc hoca, bizim için sistemli, bablara ayrılmış, kuşatıcı ve tatbikatı da muhtevi bir kitap hazırlayınca artık hadis ilimlerinde o kitabı okutmaya başladık. Ancak öğrencinin klasik metinlerin diline hepten yabancı kalmaması için bu kitabın paralelinde farklı klasik metinlerden muhtelif bölümler okutuyoruz.

Bu programın yanısıra hadis hafızları yetiştirme programımız var. Şam’da Şeyh Bedruddîn el-Hasenî vardı. Bilâdü’ş-Şam’ın muhaddisiydi. Buharî ve Müslim hafızıydı. 1933 yılında vefat etti. Emevî Camii’nde altmış yıl ders verdiği söylenmektedir.

1980’li yılların başlarıydı… Şöyle bir soru gündeme geldi: Neden üniversitelerde tıp ve mühendislik kitapları adeta ezberletiliyor da hadis kitapları ezberletilmiyor? Üstelik insanların hadis konusundaki gayretleri azalmakta ve belirli mihraklar hadis-i nebevî ile ilgili sürekli şüpheler üretmekteyken biz Kur’ân-ı Kerim’in yanısıra hadis kitaplarını ezberleme programı yapabiliriz diye düşündük ve bir program yaptık. 1980 yılında önemli hadis kaynaklarını programa koyarak muhtevalı bir hadis eğitimi başlattık. Aradan on yıl geçtikten sonra, 1990 yılında hadis ezberleme programını başlattık. Bu programın ilk mezunları yani ilk hadis hafızları grubu eczacılık, tıp ve mühendislik bölümlerinde okuyan kız öğrencilerdi. Başlangıçta bu programdan haberdar olanlar çok farklı tepkiler verdiler. Genelde hadis ezberlemenin ne faydası olacağını soruyorlardı.

Kanaatimizce, bunun en önemli faydası, gençlerin boş işlerle geçirdiği vakti, düzenli ve disiplinli kullanılmayan zamanı hadis meşguliyetiyle değerlendirmekti. Öğrenciler ilk başta sıkıldılar. Çünkü hadisleri ezberlemek için vakti yoğun kullanmak gerekiyordu. Ama bu, onlara vaktin kıymetini öğretti. Özellikle hadis senedlerinin ezberlenmesi konusunda zorlandılar ve yakınmaya başladılar. Hatırlıyorum; bir gün Şeyh Nûruddîn Itr’a gidip konuyu açmıştım. Bana dedi ki: “Birisi sana gelip bir şey aktarsa ve bunu Abdullah’dan, Ömer’den falan oğlu falandan –ki bunların bir kısmının kasap, bakkal, fırıncı olması da muhtemel– naklederek anlatsa bunun hadisi dinleyenlere ne faydası olur?” Hoca galiba beni deniyordu. Dedim ki: Senedde geçmeleri hasebiyle hayatlarını okuduğumuz bu isimlerin hepsi takva ve verâ sahibi âlim insanlar. Hayatlarını takva esası üzerine kurmuş medâr-ı iftiharımız olan şahsiyetler. İsnadlarıyla birlikte hadislerin sıhhat derecelerini tespit edenler, Buharî ve Müslim gibi isimler. Ayrıca insan, hadisin râvîsini tanıdığı oranda hadisle ilgili duyguları yoğunlaşır ve hadise olan güveni güçlenir. Hocadan bizim ilk öğrencilerimizi imtihan etmesini rica ettim. O da sağolsun kabul etti. Hoca, öğrencileri gördüğünde şaşırdığını ve şok olduğunu söyledi. Çünkü o, normalde iki ya da üç talebeyi imtihan edeceğini sanıyormuş; birden karşısında on dört kişilik hadis hafızları grubunu bulunca çok şaşırmış. “Üstelik” dedi Nûruddîn hoca, “hadislerin hem metnini hem senedini ezberlemişler!”

Bununla birlikte hadis senedlerini ezberleme konusunda zorlu bir süreçten geçtiğimizi de itiraf etmeliyim. Başlangıçta senedleri levhalara yazıp duvarlara asmak gibi yöntemler kullandık. Çok zorlandık ancak bu çabalar bir kitabın ortaya çıkmasına sebep oldu; et-Teysîr fî Hıfzi’l-Esânîd adında bir kitap yayınladık. Bu kitap, râvîler silsilesi, hadis râvîleri ekolleri, hadis talebeleri, hadis şeyhleri ve tabakaları, râvîlerin yaşadığı sosyokültürel çevre, yaşadıkları yerler ve çağdaşları ve hadis ezberlemeye yardımcı olacak rumuzları içermektedir. Fakat bu kitabın yazımı ve basımı çok yorucu oldu. Çünkü bu kitap hazırlandığı dönemde Suriye’de bilgisayar yoktu. Bu tür işleri kolaylaştıran programlar da yoktu. Her şeyi kendimiz yapmak zorundaydık. Amerika’daki Ânise kardeşimiz vasıtasıyla tanıştığımız Dr. ed-Dihlevî ile bir araya geldik. Dr. ed-Dihlevî o zaman Amerika’da ders veriyordu. Bize çok yardımı oldu. Hoca arkadaşlarından biri kitabı gördüğünde ağlamaya başlamış. “Günümüzde hala böyle bir iş çıkartacak kadar sabırlı kimseler var mı?” demiş. Çünkü bazen bir sayfanın hazırlanması on iki saatten fazla zaman alıyordu.

Öğrenciler, râvîleri o denli tanıdılar ki, bir râvînin diğerinden hadis alıp alamayacağının mümkün olup olmayacağını biliyorlardı. Senedlerle birlikte metinleri de muhkem bir şekilde ezberlediler. Çünkü hadis metinleri, ilimlerin Kur’ân’dan sonraki kaynaklarıdır. Zira fıkıhta, siyerde vd. ilimlerde hadis merkezdedir.

Bu zorlu programı bitiren öğrencilerin hafızaları, idman yaptıkça gelişen kaslar gibi, işlendikçe daha da güçlendi. Bütün derslerde başarı gösterdiler. Daha önce tıp, eczacılık, mühendislik gibi bölümlerden diplomalı oldukları için onları Ezher’e gönderdik. Ezher’i de başarıyla bitirdiler. Daha sonra ülkelerine dönerek eğitim/terbiye, davet ve emri bi’l-maruf nehyi ani’l-münker çalışmalarında aktif rol aldılar.”

Hadis hafızlığıyla ne kastediyorsunuz. Talebe hangi metinleri ezberliyor? tarzındaki sorumuza ise şöyle cevap verdi:

Hadis hafızlığına başlayacak öğrencilere bir ay içinde Riyâzu’s-Sâlihîn’i ezberleme şartı koşuluyor. Yani bir ay içinde bu kitabı ezberleyenler hadis hafızlığı programına kabul ediliyor. Program, Buharî ezberiyle başlıyor. İkinci aşamada ise Kütüb-i Sitte ve İmam Malik’in Muvatta‘ı ezberleniyor.

Hadis hafızlığı programının yegâne gayesi hadisleri ezberlemek değil; aynı zamanda hadislerde kullanılan fasih dili yaygınlaştırmak gibi bir hedef de var. Özellikle günümüz gençliği fasih Arapça yerine ammiceyi (halk Arapçası) kullanıyor. Sokaklardaki bil-boardlara asılan ilan metinleri bile ammice olmaya başladı. Fâili-mef’ûlü bilmeyen bir nesil türedi. Bu yüzden hadisle birlikte fasih Arapça eğitiminin de zorunlu olduğunu düşünüyoruz. Talebeye ayrıca fıkıh, yani hadislerden istinbât edilen hükümler de öğretiliyor. Uygulamalı usûl-i fıkıh ve hadis şerhi dersleri görüyorlar. İmam Nevevî’nin şerhini baştan sona okuyup ondan imtihan oluyorlar. İmam Nevevî Şâfiî mezhebinden olmakla birlikte İmam Ebû Hanife’nin birçok görüşünü inceliyor. Dolayısıyla öğrenci bir yerde, iki mezhep arası mukayeseli fıkıh dersi görmüş oluyor.

Son iki senedir İngilizce hadis dersleri başlattık. İyi derecede İngilizce öğrendiler. Ayrıca Riyâzü’s-Sâlihîn ezberleme yarışma programı düzenliyoruz. Hadisle olan irtibatımızın hikâyesi yaklaşık olarak böyle. Allah’ın lütfuyla güzel işler yapılıyor. Bu anlattıklarımız hayal değil, bilfiil tanık olduğumuz, yaşadığımız şeyler.

Ayrıca ahlak ilminde Şemâil ve Minhâcü’l-Kâsıdîn muhtasarı okutuluyor. Hadis hafızı olmak isteyenlere önce Kur’ân’ı ezberleme şartı koşuluyor. Beş yıllık temel İslâmî ilimler programının her senesinde her öğrenci en az altı cüz ezberlemekle yükümlü. Böylelikle beşinci yılın sonunda öğrenci hafız-ı Kur’ân oluyor.”

Yedi kitap (Kütüb-i Sitte ve Muvatta) ezberinin ne kadar zaman aldığını soruyoruz. Ânise Semer diyor ki:

“Bunu ilk hadis hafızları grubundan başlatarak anlatacak olursam; program yaklaşık on yıl sürmüştü. Çünkü bu programa katılan hanımların büyük bir kısmı, bunu iş hayatlarıyla birlikte yürütüyorlardı. Yani programa katılanlar doktor, mühendis, eczacı vb. mesleklerdendi. Bu arada belirteyim, bizim aramızda işsiz insan yoktur. Hemen herkesin bir mesleği vardır. Mesleklerinin yanısıra bu faaliyetleri yürütürler. Tabii o zaman yani iki yıl öncesine kadar bütün bu faaliyetler evlerde yapılıyordu. Suriye’nin o günkü şartları dolayısıyla belirlenmiş sabit mekânlarda düzenli ve yerleşik bir eğitim programı yapamıyorduk. Bu yüzden program uzuyordu. Ancak iki sene önce, Allah’a şükürler olsun, medrese açma izni aldık. Artık evlerin dışında, cami ve medreselerde dersler yapabiliyoruz. Düzenli eğitim sürecine girilmeye başladığında bu kitapların ezberlenme süresi beş yıl olarak belirlenmekle birlikte programı dört, dört buçuk yılda tamamlayan başarılı öğrenciler var.”

Kubeysî Hanımlar Feminist mi?

“Kadın – erkek eşitliği” konusunda ne düşünüyorsunuz? Cemaatin feminist temayülleri var mı? şeklindeki sorumuzu cemaatin Şam’daki “baş ânise”si Semer el-Aşşâ hanım şöyle cevaplıyor:

Kur’ân ve Sünnet, hakikate ulaşmamızın temel belirleyicileridir. Allah Teâlâ, “Erkekler, kadınlar üzerine idareci ve hâkimdirler.” (Nisâ, 34) buyurmaktadır. Biz insanları bu ayeti anlamaya çağırıyoruz. Diğer taraftan Hz. Ömer, “Ömer yanıldı da bir kadın isabet etti”[5] demiştir. Biz bu konuları ser‘î ölçüler muvacehesinde ve Allah ve Rasûlü’nün hoşnut olacağı şekilde anlarız.”

Cemaat mensuplarının evlenmediği ve evliliğe karşı olduğu şeklinde iddialar var. Gerçekten böyle mi? dediğimizde ânise Semer el-Aşşâ şöyle cevap veriyor:

“Aksine bizde erken evliliğe teşvik vardır. Sık sık genç yaşta evlenen talebelerin düğünlerine katılıyorum. Cemaat genel olarak, bu işlerde dikte edici olmaz. Cemaat der ki: Biz evliliğe karşı değiliz. Aslolan senin ve ailenin tercihidir.” Yani her meseleye müdahil olmayız. Ancak talaka şiddetle karşı olduğumuzu söyleyebilirim.”

Ânise Semer el-Aşşâ, hareketin bu denli başarılı olmasının temelinde ne var? Sorumuza verdiği cevapta, cemaatin başarısını ilmî faaliyetlerin yanısıra rûh terbiyesi ve maneviyat ve zühd eğitimine önem vermelerine bağladı.

“Kadın sendelerse cemiyet yüzüstü düşer” diyordu rahmetli Üstad Necip Fazıl… Şükür ki muhsana kadınlarımız hâlâ var. Bu yazıyı, Anadolu kültürü “ana gibi yar olmaz” ve “kadın baş tacıdır” gibi değerler üretmişken, baş tacı olmak yerine ısrarla ayak paspası olmayı yeğleme gafletini yaşayanlara arz ediyorum. Kutsalı kirleten, sekülerizmin kanalizasyon şebekesi içinde yürüdükçe daha fazla kirlenen bu insan tipine, modern şirk kültürünün ve kuru aklın (intellect) dikte ettiği değerler karşısında hemen çözülüveren bu sünepe, bu embesil, bu bukalemun zihniyetin biçimlendirdiği nikelleşmiş ve bulanmış erkeksilere ve göklerle ilişkisini kirletmiş kişiliklere Allah Teâlâ’dan hidayet diliyorum.

Allah Ümmet-i Muhammedîn çocuklarını bu taifenin ürettiği kirlilikten uzak ve masun kılsın. “14 Şubat sevgililer gününü “sevgi günü” olarak kabul edelim ve kutlayalım” diyerek “The Valentine’s Day”i İslamileştirdiğini sanan Prof. Dr. unvanlı fıkıhçıların, takvayı “toplam kalite” ve ISO 9001 kriterleriyle karıştıran ilahiyatçının, tesettürün örtüye indirgenmemesi gerektiğini, asıl tesettürün takva elbisesi olduğunu ve takva elbisesinin de transparan ve şeffaf bir elbise olduğunu söyleyen diğer ilahiyatçının[6] akıl kaosundan ve sathiliğinden Allah, Müslümanları berî kılsın.

İstediğiniz kadar erkeksileşebilir veya istediğiniz kadar kadınsılaşabilirsiniz, feminenleşebilirsiniz, maskülen tipler olabilirsiniz. “Kadın-egemen” bir hayat kurgulayabilirsiniz, hatta evrensel kardeşlik, enternasyonal ve dahi interreligion diyalog şarkıları terennüm ederek tuhaf bir dünya kurgulayabilirsiniz… Ama ayetlere öykünmeden! Günahla kirlenen bakışlarınızı kutsal değerlere çevirmeden! “Cinsel gövde”lerinizde dolaşan bakışlardan sadistçe zevk alan bir kirli algıyı kutsallara bulaştırmadan!

Bu vesileyle, vahyin berrak sularında zihnini arındırmış, aklını durulamış ve vahiy ırmağının müstakim mecrasında akıp giden bir hayata tutunmuş, dağ gibi kıpırtısızlıklarının ardına gizledikleri volkanik heyecanları, iffetleri, imanları, istikametleri ve vakarlarıyla bize umut aşılayan ümmet kadınlarına saygılarımızı sunuyoruz.


[1] Tam burada “Cennet annelerin ayakları altındadır” hadisini hatırlamak yerinde olacaktır. “Hangi anne?” sorusu üzerinde düşünmek ise annelik gibi bir derdi olanların en öncelikli vazifesi olmalıdır, değil mi?

[2] Tırnak içindeki bu bölüm, İranlı düşünür Daryush Shayegan’dan mülhemdir.

[3] Bkz. 03 Mayıs 2006 tarihli el-Hayât gazetesi.

[4] Bkz. 29 Ağustos 2006 tarihli The New York Times gazetesi.

[5] Hz. Ömer (r.a), evlilikte kadınlara kocaları tarafından verilen mehri belli bir miktarla sınırlandırmak istemişti. Zira toplumda oldukça yüksek mehirler veriliyor, bu da evliliği güçleştirici bir unsur olarak gittikçe yaygınlaşıyordu. Birgün Hz. Ömer (r.a) camide halka hitab etti ve 12 okiyye (480 dirhem) den fazla mehir verilmemesini söyledi. Bunun üzerine yaşlı bir kadın yolunu keserek “Böyle bir şey yapmaya hakkın yok. Allah Teala Kur’an’da, “Onlara yüklerle mehir vermiş olsanız dahi, kendilerinden hiçbir şeyi geri almayın” (Nisâ, 20) buyurmuştur” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) kadını tasdik etti ve “Kadın doğru söyledi, Ömer hata etti” dedi. (Ebu Davud, Nikâh, 28; Tirmizî Nikâh, 22; el-Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’an, V, 95.)


Ömer Faruk Tokat

(Sahn-ı  Seman)


RIHLE Dergisi “SÜNNET” dosya konulu 2. sayısında yayınlanmıştır (2008)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sarayın Bilim Kadını: Kurtubalı Lübna

Kadın Masonların Gizli Dünyası