Modern İslamcı Kadın Hareketleri ve Kubeysi Hanımlar
Modern dönemde ortaya çıkan kadın hareketlerinin
modernitenin ürettiği arızalarla az ya da çok malul olduğu malum… 1990’lı
yıllarda Malezya’da kurulan “Sisters in İslâm” adlı feminist hareket,
Endonezya’da, 2000 yılında Ferha Ciciek ve arkadaşlarının kurduğu feminist
“Rahima Foundation (Rahime Vakfı)” ve bu vakfın yayın organı “Swara Rahima”
dergisi, Esmâ el-Murâbıt önderliğindeki Fas merkezli İslamcı feminist hareket,
İran feminist hareketinin sesi “Zenân” dergisi, liderliğini el-Hâcce Nihal
Emced ez-Zehâvî’nin yaptığı Irak İslamcı Feminist Hareketi, Amine Vedûd,
Pakistanlı Nazya Seyid ve Esma Barlas, Mısırlı Leyla Ahmed, Dr. Zeynep Rıdvân,
Yeni Kadın Vakfı başkanı Emel Abdülhadî ve Arap Kadınları Dayanışma Vakfı
(AWSA) başkanı Nevâl es-Sa‘dâvî, Bangladeşli Rukiye Şekâvet Hüseyin ve Dina
Sıddîkî, Faslı Fatıma el-Mernîsî, Yemenli, “Sisters Arabic Forum (Arap
Kızkardeşler Forumu)”, Emel Başa ve Hatice es-Sülemî, Suudi Arabistanlı Leyla
Nebîh, Filistinli Yüsrâ el-Berberî, Ürdünlü İbtisam el-Atiyyât, Sudanlı Fatıma
Ahmed İbrahim gibi kişi ve kurumlar düzeyindeki feminist ve post-feminist
hareketler, Türkiye gibi ülkelerde kendini feminist olarak tanımlamamakla
birlikte zihinlerini büyük ölçüde hâkim kültürün şekillendirdiği kadın
yazarların yön verdiği arızalı yaklaşımlar ve hareketler incelendiğinde zihin
bulanıklığının hangi boyutlarda seyrettiği net olarak görülecektir.
Egemen dünya sisteminin “özgürlük ve eşitlik” sloganlarının
çekim alanına vakumlanan modern kadın, fıtratına/kendisine yabancılaştığının ve
zihin dünyasının tarumar edildiğinin çok da farkında değil.
Modern Müslüman kadınlar bile Allah’ın kendilerine yüklemiş
olduğu değer merkezlerini, sözgelimi, anneliği ve ev hanımlığını öteleyerek
kendisini erkekle rekabet eden bir alanda konuşlandırıyor. Takva sahibi bir
insan olma devinimi içinde olması gereken kadın, adeta erkek olma mücadelesi
içine girmiş durumda. En başta “anne” olmak ve kadın kalmak gibi vesileleri
olan takva kriterini[1] öteleyen modern kadın, yaratılışına aykırı bir alanda
çırpınıp dururken, “İslâmî değerlerle modern değerler arasında gide gele başı
dönmüş şizofren bir kişiliğe dönüşmüş…”[2]
Bir kadın olarak Allah’ın kendisine biçtiği rolü gönül
rahatlığıyla benimsemesi gereken Müslüman kadın, erkeğe biçilen rolü üstlenme
çabası içine girerek insanî dengenin bozulmasına katkıda bulunmayı adeta şiar
edinmiş gibi…
Elma ve armudun her ikisinin de meyve olduğu bir vakıadır
ama ikisinin aynı şey olduğunu söylemek kör cehalete mebnî değilse bir tür
“akıl tutulması”dır. Çünkü elmanın tadı, kokusu ve içerdiği vitaminlerle;
armudun tadı, kokusu ve içerdiği vitaminler farklıdır. Elmaları armutlaştırmaya
kalkışanların yaptığı işin abesle iştigalden öte bir anlam ve işlevi vardır.
Yıllar önce bir cami kürsüsünde dinlediğim bir hoca efendi,
“Çocukların bakımını erkeklere, ülkeleri koruma ve savaş işini de kadınlara
bıraksak, Allah korusun hem ülkeleri kaybederiz hem de çocukları” demişti. Yani
elmalarla armutları birbirine karıştırmak bir aşılama değil; klonlama faaliyeti
olması hasebiyle, eğer bilinçli yapılıyorsa, bir ifsad faaliyetidir.
Bilinçsizce yapılıyorsa iyi niyet taşlarıyla döşeli olduğu söylenen “yol”a taş
taşımak yerine bir an önce cennete yakın bir yerde konuşlanmak gerekmektedir.
Egemen paradigmanın kendini kadın üzerinden pazarladığı ve
toplumları kadın üzerinden dönüştürdüğü bir vakıa. Bu paradigmaya karşı
durduğunu söyleyen kimi Müslüman kadınların bu çarka su taşıması ise ayrı bir
vakıa. Kapitalist tüketim sistemiyle flört halinde 2008 tesettür kreasyonları
üreten tekstil firmaları, kozmetik ürünler tüketimindeki devasa artış, iş
kadını olma histerisi, hızla artan boşanmalar, Am-Way, Herbalife, Forever
Living Products pazarlamacılığı vb. durumlar düşünülürse nereye akredite
olunduğu net olarak görülecektir.
Her nimetin olduğu gibi, Allah’ın kadına ihsan ettiği
güzellik ve letafet nimetlerinin de bir bedelinin olduğu unutulmamalıdır. O
bedel ise o nimetleri fitneye ve fesada vesile kılıp çirkinleştirmemek ve
iffetle korumaktır. Yani muhsana/iffetli kadın olmaktır. Yoksa erkeklere cinsel
şiddet uygulayan bir görünüm tarzına doğru evrilmek… Kendini bir fetiş aygıtı
ve tahrik objesi haline getirmek, kendi kendini izafileştirmek, araçsallaştırmak…
Bu kirli gidişatı sürdürürken bir mürekkep balığı gibi arkasından günahlar
serpiştirerek ilerlemek!
Kaşlarını inceltenlerin lanetleneceğini bildiren hadisi,
kaşların tamamen kazınarak yerine dövme vs. gibi şeylerin yapılması olarak
açıklayan, recm, talak, taaddüd-i zevcât, mirasta kadının payı vb. konular
karşısında bir modernist guruya dönüşen, albenili retorik yoluyla tehlikeli
alanlarda cahilane bir güvenle dolaşan bir ağzı kalabalık adamı “tefsirci”
olarak görmek ve kadına ilişkin ahkâmı bu bulanık kafanın inisiyatifine bırakma
sathiliği bu çağa özgü bir durum. Modern çağı “kusuntu çağı” olarak niteleyen
Albert Camus ve “Tanrım, ilahiyatçılara rağmen sana inanıyorum!” diyen Jorge
Luis Borges ne kadar da haklıymış.
Hayatını feminen bir görüntü üzerine kurgulamış ve dişilik
meşalesini tutuşturmuş, kozmetik ürünleriyle yapaylaştırdığı güzelliğiyle,
sivrilttiği dişiliğiyle, tesettür kreasyonlarını takip ederek seçtiği giyim
tarzıyla erkekleri taciz eden, cinsel terör uygulayan… Dişiliği kadar hiçbir
erdemini dışa vuramayan, diğer taraftan kendi bedeninden utanıp, önemli
olduğunu hissettirmek için erkekleşme hedefine saplanmış, “aslında erkek,
evrimini tamamlayamamış kadındır” gibi sapkın feminist yaklaşımların kıskacında
“çocuk da yaparım kariyer de” diye bağıran zavallı modern kadın.
Kadın merkezli problemleri konuşurken burada erkeğin rolünü
ıskaladığımız sanılmamalıdır. Bu problemlerin hatırı sayılır bir kısmının
oluşmasında erkeklerin ciddi bir rolünün olduğunu unutmamak gerekiyor. Eğer erkek,
hanımının ifa etmeye çalıştığı annelik ve ev hanımlığı vazifelerine gerekli
ihtimamı göstermeyerek eşinin yaptığı işleri angarya olarak görürse, kadın
kendisinin önemini hissettirecek başka araç ve vasıfların peşine düşecektir.
Sabahtan akşama kadar evinin düzeniyle ve çocuklarının terbiyesiyle meşgul olan
bir kadına, “sabahtan akşama kadar lüzumsuz işlerle meşgul oluyor”
saygısızlığıyla yaklaşmak kadını modernitenin kıskacına itmektir. (Tabii ki
günde beş kez abdest alarak temiz kalmayı metro-seksüellik olarak açıklayan
maskülen sözde erkek tipler de var, ama onlar bir bahs-i diğer.)
Başkentteki bir kadın platformu üyesi bir bayan, kadınla
ilgili hadisler konusunda “bunlar asılsız çıksın diye çok dua ediyordum, ama
olmadı. O yüzden sorun var zaten. Bir sene yoğun bir şekilde sırf Kur’ân
üzerinde, onun kadına yönelik bakış açısını yakalayabilmek için çalıştım. En
azından “bunlar Kur’ân’a aykırı” diyebileyim istedim. Neticede bunların pek
çoğu Kur’ân’ın genel yaklaşımı ve ruhuna çok aykırı olsalar da, Kur’ân’da
gerçekten ataerkil bir fonun varlığını fark ettim. İşte bu fon insanları çok
yanıltıyor. Bu bağlamda, tam da Fazlurrahman’ın dediği gibi şunu gördüm:
Kur’ân-ı Kerim, o gün orada yaşayan Arapların zihinlerine hitap ediyor” diyen
familyanın hevâ atına binmiş, modern cahilî kültürü kutsayan “özür dileyici”
mensuplarının görüntüsü çok zavallıca.
Naval es-Sa‘dâvî ve Amine Vedûd gibi post-feminist Mary
Wollstonecraft taklitçisi figürlerin propagandasının yapıldığı ve kitaplarının
çevrildiği bir vasatta şükür ki bu kirli telakkilere zihnini kaptırmayan
kadınlar da var. Tanıyabildiğimiz kadarıyla modern dönem kadın hareketlerinin
malul olduğu söz konusu arızalardan berî olduğunu söyleyebileceğimiz bir
hanımlar topluluğunu/cemaatini, şuurlara alternatif olur düşüncesiyle
dikkatinize sunacağız. Kadını da erkeği de ait olduğu mevkie –en azından
zihnen– yerleştirmemize hatırı sayılır ölçüde katkı sağlayacağını umuyoruz.
Sözünü ettiğimiz topluluk, “Kubeysiyyât (Kubeysî Hanımlar)”
adıyla anılan ve son yıllarda yaptıkları eğitim ve davet çalışmalarıyla
kendilerinden sıkça söz ettirmeye başlayan Suriye merkezli Müslüman hanımlar
hareketi…
Kubeysiyyât hareketinin, kurucusu ve mürşidesi, şu anda
yetmiş beş yaşındaki “Ânise Münîre el-Kubeysiyye.”
Hareketin Önderi: Münîre el-Kubeysiyye
Ânise Münîre aristokrat bir ailenin kızı olarak 1933 yılında
Şam’da doğdu. Fen bilimleri fakültesinden mezun oldu. El-Muhâcirîn başta olmak
üzere Şam’ın muhtelif mahallelerindeki devlet okullarında öğretmenlik yaptı.
Altmışlı yılların başlarında davet çalışmaları başlatarak eğitim ve davet
faaliyetlerini birlikte yürütmeye karar verdi. Önce Ebu’n-Nûr üniversitesinde
daha sonra Şam üniversitesi Şerîat fakültesinde İslâmî eğitimini tamamladı.
Ancak davet faaliyetleri sakıncalı bulunduğu için öğretmenlik görevinden
menedildi. Faaliyetlerini daha çok kendi ailesinin de içinde yer aldığı Şam’ın
elit tabakası arasında başlattı. Çünkü İhvân-ı Müslimîn başta olmak üzere bütün
İslâmî yapılanmaların yasaklandığı zamanın Suriyesinde zenginlerin ve elitlerin
nüfuzunu kullanarak halka ulaşmayı hedefliyordu. O zamandan itibaren, 2000
senesinde Beşşâr Esed başa gelene kadar faaliyetlerini sessiz bir şekilde
yürüttü. Toplumsal katmanların en tepesinden başlattığı eğitim ve davet
çalışmaları kısa sürede kentli kadınlar arasında makes bularak yayılmaya
başladı. Diğer taraftan karizmatik kişiliğiyle Suriye yönetiminde etkin olan
zenginlerin ve yöneticilerin eşlerini ve kızlarını da hareketin içine çekmeyi
başardı. Beşşâr Esed başa geldiğinde ise Suriye’de başlattığı, okullarda
başörtüsünün serbest bırakılması, Baas partisi ideolojisinin propagandasını
yapan derslerin sayısının azaltılması, askerlerin camilerde namaz kılmasına
izin verilmesi vb. düzenlemelerle kendini gösteren nisbî normalleşmeden
yararlanarak faaliyetlerini bütünüyle yasal zemine taşıdı.
Münîre el-Kubeysiyye, başkent Şam’ın, eş-Şa‘lân ve er-Ravda
caddeleri arasında yer alan eski Şam mahallelerinden birinde bir grup davetçi
hanımla birlikte yaşıyor. Bağlıları ona “baş ânise” diyor. Şam ulemâsının önde
gelen isimleriyle sıkı irtibatı var.
Cemaatin Yapısı
Kubeysiyyât’ın Suriye’deki bütün kesimlerle ve cemaatlerle
ilişkileri iyi. Mesela el-Fethu’l-İslâmî’nin müdürü aynı zamanda Şam müftüsü
eş-Şeyh Abdülfettah el-Bizm, yine el-Fethu’l-İslâmî’nin yöneticilerinden
eş-Şeyh Hüsâmuddîn Farfûr, eş-Şeyh Bedruddîn el-Hasenî’nin cemaati ve bu
cemaatin şu anki mesulü eş-Şeyh Ebu’l-Hayr Şükrî gibi tüm kişi ve kurumlarla
iyi ilişkiler tesis etmişler. Ayrıca Şam ulemâ ve meşâyıhının hemen hepsinin
eşleri ya da kızları cemaate katılmış.
Hareket Ürdün’de “Tabbâiyyât”, Lübnan’da “Seheriyyât”,
Kuveyt’te “Benâtü’l-Beyâdir”, Filistin’de “Benâtü’l-Fedvâ”, Suriye’de ve diğer
ülkelerde ise “Kubeysiyyât” adıyla biliniyor.
Faaliyetleri
Hareketin üyeleri Suriye, Ürdün, Filistin, Körfez ülkeleri,
Avrupa ülkeleri, ABD, Avustralya ve Kanada’da eğitim ve davet faaliyetleri
yürütüyorlar. Cemaate bağlı birçok yardım kuruluşu, hastane, okul ve medrese
var. Bunlardan özellikle Şam’daki en-Naîm medreseleri, Emevî Camii’nin müştemilatında
bulunan ve İmâm el-Gazzâlî’nin itikâfa girdiği odayı kütüphane olarak kullanan
Medresetü’l-hadîs en-nûriyye li’l-inâs medresesi, ez-Zehrâ Camii medresesi ve
Selâmet hastanesi çok meşhur. Şam’daki özel okulların yüzde kırkı cemaate ait.
Cemaatin kitapları ise kendilerine ait olan Şam – Berâmike’deki Selam yayınevi
tarafından basılıyor ve dağıtılıyor.
Ayrıca tiyatro salonları, kültür merkezleri, düğün salonları
ve stüdyoları var ve buralarda İslâmî ve ahlâkî değerlere vurgu yapan kültürel,
sanatsal ve toplumsal faaliyetler düzenliyorlar. Film, çizgi film, müzik gibi
araçlar vasıtasıyla özellikle genç kuşaklar üzerinde etkili olan programlar
üretiyorlar. Evlenemeyenleri evlendiriyorlar. Düzenledikleri giriş-ücretli
programlardan elde edilen gelirler cemaate bağlı hayır kuruluşlarına, okullara
ve medreselere gönderiliyor.
Cemaat halka yönelik derslerini ev ve cami halkaları
aracılığıyla yapıyor. Geniş katılımlı cami derslerini Şam’ın el-Mâlikî
semtindeki el-Muhammedî, Bedir ve Saad mescidlerinde düzenliyorlar. Bu
halkalara katılan hanımlara özellikle tesettüre riayet, kaş yolmama, makyajla
dışarı çıkmama vb. modernitenin tuzakları konusunda vaaz u nasihatte
bulunuluyor.
Farklılıkları
Kubeysî hanımlar bone üstüne lacivert büyük başörtüsü
takıyorlar. Bu onların alamet-i farikası adeta. Topuksuz ayakkabı giyiyorlar.
Ayrıca cemaate mensup talebelerin ilmî seviyelerini ifade eden renkler var;
Medreseye yeni başlayan öğrenci pardösü üstüne beyaz başörtü; temel eğitimi
bitiren öğrenci ise açık mavi başörtüsü takıyor. Medrese tamamlandıktan sonra
ise lacivert başörtüsü ve siyah pardösü giyiliyor. Talebenin ilmî seviyesi
yükseldikçe elbisesinin rengi siyaha doğru bir dönüşüm geçiriyor. Hatta koyu
siyah elbiselerin “baş ânise”ye yakınlığı simgelediği söyleniyor.
Lacivert başörtü takmalarının da bir anlamı var. Lacivertin
siyahla beyaz arası bir renk olduğu bunun da aşırılıkla gevşekliğin arasında
itidal çizgisinde olmayı sembolize ettiği söyleniyor. Ramazan el-Bûtî Londra
merkezli el-Hayât gazetesine yaptığı açıklamada diyor ki: “Bu hanımların ilmî
ve fikrî donanımı çok iyi. Birçoğu tıp ve mühendislik bölümlerinden mezun.
Aşırılıktan uzak ve itidalli bir yapıları var.”[3]
Kubeysî hanımların eğitiminden geçen talebelerin sayısının
on binlere vardığı söyleniyor. Eğitim, terbiye ve davet faaliyetlerini kendi
açtıkları özel okullarda, medreselerde ve mescidlerde yürütüyorlar. Tesettüre
riayetleri ve çalışkanlıklarıyla dikkat çekiyorlar.
Mezhep olarak Şâfiî, akidede Eş’arî, tasavvufta Nakşibendî
karakterli bir hareket. Genç kuşakların İslâm terbiyesi üzere yetişmesi ve emri
bi’l-maruf nehyi ani’l-münker, bütün faaliyetlerinin ana hedefi.
Uluslararası okul / eğitim çalışması yapan diğer
cemaatlerden farklı olarak, kurdukları okullarda ve medreselerde seküler eğitim
müfredatını değil; İslâmî ilimler müfredatını takip ediyorlar. İslâmî ilimlerin
yanısıra Kur’ân hafızları ve kademeli olarak, Riyâzu’s-Sâlihîn, Buhârî ve
Kütüb-i Seb’a (Kütüb-i Sitte ve Muvatta’) hafızları yetiştiriyorlar. Hadisleri
metin ve sened olarak ezberletiyorlar.
Kubeysiyyât hareketi bir kadın hareketi olmakla birlikte
kendini, modern değerlere ve feminist söylemlere kaptırmayan özgün bir yapı.
Batılılaşmış Suriye eliti, hareketi, kadınları kocalarına itaate teşvik etmek
ve erkek egemen söylemi pekiştirmekle itham ediyor.[4]
Kadro
Ânise Münîre el-Kubeysîyye’den sonra cemaatin önde gelen
ânise kadrosunu şu isimler oluşturuyor: Ânise Hayr Cuhâ, Ânise Minâ Kuveydir,
Ânise Delâl Şîşeklî, Ânise Nuheyde Tarakcî, Ânise Fâize Tabbâ‘, Ânise Fatıma
Ğubâz, Ânise Nebîle el-Kuzberî, Ânise Racâ Tesâbîhcî, Ânise Semer el-Aşşâ, Dr.
Ânise Semîra ez-Zâyid, Ânise Suâd Meyber.
Dr. Ânise Semîra ez-Zâyid cemaat içinde özellikle ilmî
birikimiyle temayüz etmiş ve el-Câmi‘ fi’s-Sîyre en-Nebeviyye adında beş
ciltlik bir kitap yazmış, daha sonra bunu Muhtasaru’l-câmi‘ adıyla iki ciltte
özetlemiş. İslam dünyasının tanınmış âlimlerinden Saîd Ramazan el-Bûtî, Ânise
Semîra ez-Zâyid’in bu eserinin 1994 yılındaki birinci baskısına yazdığı takdim
yazısında şöyle diyor: “Bu eseri ilmî bir metotla Siyer-i Nebî’nin, Sünnet-i
Mutahhara’nın, fıkhın ve İslâm kültürünün hizmetine sunan Ânise’yi tebrik
ediyorum. O, bu asrın erkeklerini geride bırakan bir cehd ortaya koymuştur.”
Ânise Suâd Meyber, Akîdetü’t-Tevhîd mine’l-Kitab ve’s-Sünne
adında bir kitap telif etmiş. Ayrıca Ma’hedü’l-Fethi’l-İslâmî’de hocalık
yapıyor.
Ânise Semer el-Aşşâ ise el-Medhal fî ulûmi’l-hadîs,
et-Teysîr fî Hıfzi’l-Esanid ve Mecâlisü’n-Nûr fi’s-Salâti ale’r-Rasûl adlı
kitapları telif etmiş.
Ânise Necâh’ın, Fıkhu’l-İbâdât ale’l-Mezhebi’l-Hanefî adında
bir eseri var.
Cemaatin önde gelenlerinin hemen hepsi farklı ilim
dallarında yüksek lisans ya da doktora yapmış kimseler. Özellikle Şam’daki
âniseler çok kültürlü ve eğitimli hanımlar. Cemaat içinde aktif görev alanlar
genelde doktorluk, eczacılık, avukatlık ve öğretmenlik gibi farklı meslekleri
olan hanımlar.
“Baş ânise” Münîre hocanın en yakınındaki öncü âniseler çok
faal ve dinamik şahsiyetlerden oluşuyor. Cemaatin uluslararası çalışmalarını
bunlar yönlendiriyor. Filistin sol hareketini temsil eden meşhur bir ailenin
kızı olan, Beyrut üniversitesi mezunu Emîra Cibrîl cemaat içinde birinci
halkadaki âniseler arasında en karizmatik olanı. Çünkü Lübnan, Kuveyt ve körfez
ülkelerindeki faaliyetleri o başlatmış. Ayrıca diğer âniseler arasında ilmî ve
fikrî birikimiyle temayüz etmiş. Bu yüzden “baş ânisenin” halefi olarak
görülüyor.
Cemaatin bazı ülkelerdeki faaliyetleri şöyle:
Lübnan:
Cemaat Lübnan’a, Filistin solcu hareketinin liderlerinden
Ahmed Cibrîl’in kızkardeşi Emîra Cibrîl’in gayretleriyle girdi. Daha sonra
cemaatin başına Seher el-Halebî geçince cemaatin Lübnan kolu es-Seheriyyât
adıyla anılmaya başlandı. Cemaatin Lübnan’daki eğitim ve davet çalışmaları
devam ediyor.
Ürdün:
Cemaatin Ürdün lideri Şeyha Fâdiye et-Tabbâ‘’dır. Cemaatin
Ürdün kolu, liderlerinin ismine nisbeten et-Tabbâ‘iyyât adıyla bilinmektedir.
Fâdiye et-Tabbâ‘, başkent Amman’ın önde gelen okullarından olan Ümmü’s-Sümmâk
mahallesindeki ed-Dürru’l-Mensûr medreselerini ve yine Amman’daki el-Hamâil medresesini
yönetmektedir. Bu medreseler cemaatin ülkedeki en önemli faaliyet ayağını
oluşturuyor.
Kuveyt:
Cemaat Kuveyt’teki faaliyetlerini yoğun olarak 1981 yılında,
yine Ânise Emîra Cibrîl’in öncülüğünde Beyâdir es-Selâm derneğini kurarak
başlatmış. Kuveyt sûfiliğinin önde gelen isimlerinden Yusuf Seyyid Hâşim
er-Rifâî, derneğin kurulması için ciddi katkılarda bulunmuş.
Derneğe bağlı birçok okul var. el-Kutûfü’l-Hâssa okulu,
Selam ve Dâru’l-Ferec yuvaları eğitim kalitesiyle temayüz etmiş kurumlar.
Derneğin şu andaki yönetim kurulu başkanı, Ânise Delâl
Abdullah el-Osmân. Cemaat mensupları derneğin ismine nisbeten Benâtü’l-Beyâdir
adıyla anılıyor.
Filistin:
Cemaatin Filistin’deki lideri, Nablus’un önde gelen
ailelerinden birine mensup ve şu an 70 yaşında olan el-Hâcce Fedvâ el-Hummeyd.
Cemaat, bütün Filistin’de olmakla birlikte daha ziyade Nablus şehrinde aktif.
Cemaat mensupları hocalarına nisbetle Benâtü’l-Fedvâ veya Kubeysiyyâtü Filistin
(Filistin Kubeysîleri) adıyla biliniyor.
Cemaatin ayrıca diğer Arap ülkelerinde, Amerika’da,
Kanada’da, Avustralya’da ve birçok Avrupa ülkesinde benzer faaliyetleri ve okul
çalışmaları var.
Kubeysiyyât Dâru’l-Hikme’deydi
Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu hareketin Şâm, Kahire ve
ABD’deki faaliyetlerini yürüten hoca hanımlar geçtiğimiz günlerde, hanımlara
yönelik eğitim çalışmalarıyla adını duyuran SEDAV’ın mezuniyet programına
katılmak amacıyla İstanbul’daydılar. Adını ve faaliyetlerini duydukları
Dâru’l-Hikme’yi yakından tanımak gayesiyle ziyaretimize geldiler. Kendileriyle
“Kubeysiyyât” hareketini, eğitim faaliyetlerini, eğitim müfredatlarını, hadis
hafızları yetiştirme programlarını konuştuk. Hareketle ilgili sorular sorduk.
Hoca hanımların birikimi, özgüvenleri ve vakarları dikkat çekiciydi.
Ânise Semer el-Aşşâ hareketle ilgili şunları söyledi:
“Biz, hayatını Kur’ân-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in Sünneti’ne
göre tanzim eden nesiller yetiştirmeyi hedefleyen ve bunu gerçekleştirmek için
geniş yelpazede faaliyetleri olan bir yapıyız. Bu faaliyetlerin ana ölçüsü
“Şüphesiz bu Kur’ân, insanları en doğru yola iletir.” (İsra, 9) ayet-i
kerimesinde ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in: “Size iki şey bırakıyorum, bunlara
sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapıklığa düşmezsiniz. Bunlar; Allah’ın
kitabı ve benim sünnetimdir” hadis-i şerifinde ifade edilen Kitab ve Sünnet’e
sımsıkı sarılmadır. Bu cemaat mensupları ilmi ve âlimleri sever… Hurafe ve
uyduruk işleri kabul etmez. Bu yüzden cemaat, başından itibaren kendisini ilmî
bir zemin üzerinde konuşlandırmıştır. Cemaat selim akla saygı duyar, hikmet ve
mantıkla hareket eder.”
Cemaat mensuplarının ilmî altyapısını oluşturmak için neler
okutulduğunu sorduk. Ânise Semer el-Aşşâ, sorumuzu şöyle cevapladı:
“Akidede el-Akîdetü’t-Tahâviyye peşinden Cevheretü’t-Tevhîd
okunur. Daha sonra Ramazan el-Bûtî’nin el-Akîde ve Evhâmü’l-Mâddiyye
el-Cedeliyye adlı kitapları okunur.
Siyerde Dr. Ânise Semîra ez-Zâyid’in el-Câmi‘ fi’s-Sîyre
en-Nebeviyye adlı kitabının iki ciltlik muhtasarı okunur.
Tefsirde Celâleyn ve Muhammed Ali es-Sâbûnî’nin Muhtasaru Tefsiri
İbn Kesîr‘i başta olmak üzere, Seyyid Kutub’un ve Şa’râvî’nin tefsirleri ve
muhtelif tefsirlerden bölümler okunuyor.
Fıkıhta Şâfiî fıkhı okutuluyor.
Vaaz u nasihat üslubunda Şeyh Râtib en-Nâblusî’nin tarzı
örnek alınıyor.
Hadis Hıfzı
Hadis ilimlerine gelince, biz hadis eğitimine Şeyh Acâc
el-Hatîb ile başladık. Şeyh Acâc’ın Ulûmu’l-Hadis adlı eserini kendisinden
okuduk. Neylü’l-Evtâr, Sübülü’s-Selâm ve Fethu’l-Bârî hadis sahasında okunan
diğer kitaplar. Yeni nesiller klasik kaynakları anlamada zorlandığı için Acâc
hoca, bizim için sistemli, bablara ayrılmış, kuşatıcı ve tatbikatı da muhtevi
bir kitap hazırlayınca artık hadis ilimlerinde o kitabı okutmaya başladık.
Ancak öğrencinin klasik metinlerin diline hepten yabancı kalmaması için bu
kitabın paralelinde farklı klasik metinlerden muhtelif bölümler okutuyoruz.
Bu programın yanısıra hadis hafızları yetiştirme programımız
var. Şam’da Şeyh Bedruddîn el-Hasenî vardı. Bilâdü’ş-Şam’ın muhaddisiydi.
Buharî ve Müslim hafızıydı. 1933 yılında vefat etti. Emevî Camii’nde altmış yıl
ders verdiği söylenmektedir.
1980’li yılların başlarıydı… Şöyle bir soru gündeme geldi:
Neden üniversitelerde tıp ve mühendislik kitapları adeta ezberletiliyor da
hadis kitapları ezberletilmiyor? Üstelik insanların hadis konusundaki
gayretleri azalmakta ve belirli mihraklar hadis-i nebevî ile ilgili sürekli
şüpheler üretmekteyken biz Kur’ân-ı Kerim’in yanısıra hadis kitaplarını
ezberleme programı yapabiliriz diye düşündük ve bir program yaptık. 1980
yılında önemli hadis kaynaklarını programa koyarak muhtevalı bir hadis eğitimi
başlattık. Aradan on yıl geçtikten sonra, 1990 yılında hadis ezberleme
programını başlattık. Bu programın ilk mezunları yani ilk hadis hafızları grubu
eczacılık, tıp ve mühendislik bölümlerinde okuyan kız öğrencilerdi. Başlangıçta
bu programdan haberdar olanlar çok farklı tepkiler verdiler. Genelde hadis
ezberlemenin ne faydası olacağını soruyorlardı.
Kanaatimizce, bunun en önemli faydası, gençlerin boş işlerle
geçirdiği vakti, düzenli ve disiplinli kullanılmayan zamanı hadis
meşguliyetiyle değerlendirmekti. Öğrenciler ilk başta sıkıldılar. Çünkü
hadisleri ezberlemek için vakti yoğun kullanmak gerekiyordu. Ama bu, onlara
vaktin kıymetini öğretti. Özellikle hadis senedlerinin ezberlenmesi konusunda
zorlandılar ve yakınmaya başladılar. Hatırlıyorum; bir gün Şeyh Nûruddîn Itr’a
gidip konuyu açmıştım. Bana dedi ki: “Birisi sana gelip bir şey aktarsa ve bunu
Abdullah’dan, Ömer’den falan oğlu falandan –ki bunların bir kısmının kasap,
bakkal, fırıncı olması da muhtemel– naklederek anlatsa bunun hadisi
dinleyenlere ne faydası olur?” Hoca galiba beni deniyordu. Dedim ki: Senedde
geçmeleri hasebiyle hayatlarını okuduğumuz bu isimlerin hepsi takva ve verâ
sahibi âlim insanlar. Hayatlarını takva esası üzerine kurmuş medâr-ı
iftiharımız olan şahsiyetler. İsnadlarıyla birlikte hadislerin sıhhat
derecelerini tespit edenler, Buharî ve Müslim gibi isimler. Ayrıca insan,
hadisin râvîsini tanıdığı oranda hadisle ilgili duyguları yoğunlaşır ve hadise
olan güveni güçlenir. Hocadan bizim ilk öğrencilerimizi imtihan etmesini rica
ettim. O da sağolsun kabul etti. Hoca, öğrencileri gördüğünde şaşırdığını ve
şok olduğunu söyledi. Çünkü o, normalde iki ya da üç talebeyi imtihan edeceğini
sanıyormuş; birden karşısında on dört kişilik hadis hafızları grubunu bulunca
çok şaşırmış. “Üstelik” dedi Nûruddîn hoca, “hadislerin hem metnini hem
senedini ezberlemişler!”
Bununla birlikte hadis senedlerini ezberleme konusunda zorlu
bir süreçten geçtiğimizi de itiraf etmeliyim. Başlangıçta senedleri levhalara
yazıp duvarlara asmak gibi yöntemler kullandık. Çok zorlandık ancak bu çabalar
bir kitabın ortaya çıkmasına sebep oldu; et-Teysîr fî Hıfzi’l-Esânîd adında bir
kitap yayınladık. Bu kitap, râvîler silsilesi, hadis râvîleri ekolleri, hadis
talebeleri, hadis şeyhleri ve tabakaları, râvîlerin yaşadığı sosyokültürel
çevre, yaşadıkları yerler ve çağdaşları ve hadis ezberlemeye yardımcı olacak
rumuzları içermektedir. Fakat bu kitabın yazımı ve basımı çok yorucu oldu.
Çünkü bu kitap hazırlandığı dönemde Suriye’de bilgisayar yoktu. Bu tür işleri
kolaylaştıran programlar da yoktu. Her şeyi kendimiz yapmak zorundaydık.
Amerika’daki Ânise kardeşimiz vasıtasıyla tanıştığımız Dr. ed-Dihlevî ile bir
araya geldik. Dr. ed-Dihlevî o zaman Amerika’da ders veriyordu. Bize çok
yardımı oldu. Hoca arkadaşlarından biri kitabı gördüğünde ağlamaya başlamış.
“Günümüzde hala böyle bir iş çıkartacak kadar sabırlı kimseler var mı?” demiş.
Çünkü bazen bir sayfanın hazırlanması on iki saatten fazla zaman alıyordu.
Öğrenciler, râvîleri o denli tanıdılar ki, bir râvînin
diğerinden hadis alıp alamayacağının mümkün olup olmayacağını biliyorlardı.
Senedlerle birlikte metinleri de muhkem bir şekilde ezberlediler. Çünkü hadis
metinleri, ilimlerin Kur’ân’dan sonraki kaynaklarıdır. Zira fıkıhta, siyerde
vd. ilimlerde hadis merkezdedir.
Bu zorlu programı bitiren öğrencilerin hafızaları, idman
yaptıkça gelişen kaslar gibi, işlendikçe daha da güçlendi. Bütün derslerde
başarı gösterdiler. Daha önce tıp, eczacılık, mühendislik gibi bölümlerden
diplomalı oldukları için onları Ezher’e gönderdik. Ezher’i de başarıyla
bitirdiler. Daha sonra ülkelerine dönerek eğitim/terbiye, davet ve emri
bi’l-maruf nehyi ani’l-münker çalışmalarında aktif rol aldılar.”
Hadis hafızlığıyla ne kastediyorsunuz. Talebe hangi
metinleri ezberliyor? tarzındaki sorumuza ise şöyle cevap verdi:
Hadis hafızlığına başlayacak öğrencilere bir ay içinde
Riyâzu’s-Sâlihîn’i ezberleme şartı koşuluyor. Yani bir ay içinde bu kitabı
ezberleyenler hadis hafızlığı programına kabul ediliyor. Program, Buharî
ezberiyle başlıyor. İkinci aşamada ise Kütüb-i Sitte ve İmam Malik’in Muvatta‘ı
ezberleniyor.
Hadis hafızlığı programının yegâne gayesi hadisleri
ezberlemek değil; aynı zamanda hadislerde kullanılan fasih dili yaygınlaştırmak
gibi bir hedef de var. Özellikle günümüz gençliği fasih Arapça yerine ammiceyi
(halk Arapçası) kullanıyor. Sokaklardaki bil-boardlara asılan ilan metinleri
bile ammice olmaya başladı. Fâili-mef’ûlü bilmeyen bir nesil türedi. Bu yüzden
hadisle birlikte fasih Arapça eğitiminin de zorunlu olduğunu düşünüyoruz.
Talebeye ayrıca fıkıh, yani hadislerden istinbât edilen hükümler de
öğretiliyor. Uygulamalı usûl-i fıkıh ve hadis şerhi dersleri görüyorlar. İmam
Nevevî’nin şerhini baştan sona okuyup ondan imtihan oluyorlar. İmam Nevevî
Şâfiî mezhebinden olmakla birlikte İmam Ebû Hanife’nin birçok görüşünü
inceliyor. Dolayısıyla öğrenci bir yerde, iki mezhep arası mukayeseli fıkıh
dersi görmüş oluyor.
Son iki senedir İngilizce hadis dersleri başlattık. İyi
derecede İngilizce öğrendiler. Ayrıca Riyâzü’s-Sâlihîn ezberleme yarışma
programı düzenliyoruz. Hadisle olan irtibatımızın hikâyesi yaklaşık olarak
böyle. Allah’ın lütfuyla güzel işler yapılıyor. Bu anlattıklarımız hayal değil,
bilfiil tanık olduğumuz, yaşadığımız şeyler.
Ayrıca ahlak ilminde Şemâil ve Minhâcü’l-Kâsıdîn muhtasarı
okutuluyor. Hadis hafızı olmak isteyenlere önce Kur’ân’ı ezberleme şartı
koşuluyor. Beş yıllık temel İslâmî ilimler programının her senesinde her
öğrenci en az altı cüz ezberlemekle yükümlü. Böylelikle beşinci yılın sonunda
öğrenci hafız-ı Kur’ân oluyor.”
Yedi kitap (Kütüb-i Sitte ve Muvatta) ezberinin ne kadar
zaman aldığını soruyoruz. Ânise Semer diyor ki:
“Bunu ilk hadis hafızları grubundan başlatarak anlatacak
olursam; program yaklaşık on yıl sürmüştü. Çünkü bu programa katılan hanımların
büyük bir kısmı, bunu iş hayatlarıyla birlikte yürütüyorlardı. Yani programa
katılanlar doktor, mühendis, eczacı vb. mesleklerdendi. Bu arada belirteyim,
bizim aramızda işsiz insan yoktur. Hemen herkesin bir mesleği vardır.
Mesleklerinin yanısıra bu faaliyetleri yürütürler. Tabii o zaman yani iki yıl
öncesine kadar bütün bu faaliyetler evlerde yapılıyordu. Suriye’nin o günkü
şartları dolayısıyla belirlenmiş sabit mekânlarda düzenli ve yerleşik bir
eğitim programı yapamıyorduk. Bu yüzden program uzuyordu. Ancak iki sene önce,
Allah’a şükürler olsun, medrese açma izni aldık. Artık evlerin dışında, cami ve
medreselerde dersler yapabiliyoruz. Düzenli eğitim sürecine girilmeye
başladığında bu kitapların ezberlenme süresi beş yıl olarak belirlenmekle
birlikte programı dört, dört buçuk yılda tamamlayan başarılı öğrenciler var.”
Kubeysî Hanımlar Feminist mi?
“Kadın – erkek eşitliği” konusunda ne düşünüyorsunuz?
Cemaatin feminist temayülleri var mı? şeklindeki sorumuzu cemaatin Şam’daki
“baş ânise”si Semer el-Aşşâ hanım şöyle cevaplıyor:
Kur’ân ve Sünnet, hakikate ulaşmamızın temel
belirleyicileridir. Allah Teâlâ, “Erkekler, kadınlar üzerine idareci ve
hâkimdirler.” (Nisâ, 34) buyurmaktadır. Biz insanları bu ayeti anlamaya çağırıyoruz.
Diğer taraftan Hz. Ömer, “Ömer yanıldı da bir kadın isabet etti”[5] demiştir.
Biz bu konuları ser‘î ölçüler muvacehesinde ve Allah ve Rasûlü’nün hoşnut
olacağı şekilde anlarız.”
Cemaat mensuplarının evlenmediği ve evliliğe karşı olduğu
şeklinde iddialar var. Gerçekten böyle mi? dediğimizde ânise Semer el-Aşşâ
şöyle cevap veriyor:
“Aksine bizde erken evliliğe teşvik vardır. Sık sık genç
yaşta evlenen talebelerin düğünlerine katılıyorum. Cemaat genel olarak, bu
işlerde dikte edici olmaz. Cemaat der ki: Biz evliliğe karşı değiliz. Aslolan
senin ve ailenin tercihidir.” Yani her meseleye müdahil olmayız. Ancak talaka
şiddetle karşı olduğumuzu söyleyebilirim.”
Ânise Semer el-Aşşâ, hareketin bu denli başarılı olmasının
temelinde ne var? Sorumuza verdiği cevapta, cemaatin başarısını ilmî
faaliyetlerin yanısıra rûh terbiyesi ve maneviyat ve zühd eğitimine önem
vermelerine bağladı.
“Kadın sendelerse cemiyet yüzüstü düşer” diyordu rahmetli
Üstad Necip Fazıl… Şükür ki muhsana kadınlarımız hâlâ var. Bu yazıyı, Anadolu
kültürü “ana gibi yar olmaz” ve “kadın baş tacıdır” gibi değerler üretmişken,
baş tacı olmak yerine ısrarla ayak paspası olmayı yeğleme gafletini yaşayanlara
arz ediyorum. Kutsalı kirleten, sekülerizmin kanalizasyon şebekesi içinde
yürüdükçe daha fazla kirlenen bu insan tipine, modern şirk kültürünün ve kuru
aklın (intellect) dikte ettiği değerler karşısında hemen çözülüveren bu sünepe,
bu embesil, bu bukalemun zihniyetin biçimlendirdiği nikelleşmiş ve bulanmış
erkeksilere ve göklerle ilişkisini kirletmiş kişiliklere Allah Teâlâ’dan
hidayet diliyorum.
Allah Ümmet-i Muhammedîn çocuklarını bu taifenin ürettiği
kirlilikten uzak ve masun kılsın. “14 Şubat sevgililer gününü “sevgi günü”
olarak kabul edelim ve kutlayalım” diyerek “The Valentine’s Day”i İslamileştirdiğini
sanan Prof. Dr. unvanlı fıkıhçıların, takvayı “toplam kalite” ve ISO 9001
kriterleriyle karıştıran ilahiyatçının, tesettürün örtüye indirgenmemesi
gerektiğini, asıl tesettürün takva elbisesi olduğunu ve takva elbisesinin de
transparan ve şeffaf bir elbise olduğunu söyleyen diğer ilahiyatçının[6] akıl
kaosundan ve sathiliğinden Allah, Müslümanları berî kılsın.
İstediğiniz kadar erkeksileşebilir veya istediğiniz kadar
kadınsılaşabilirsiniz, feminenleşebilirsiniz, maskülen tipler olabilirsiniz.
“Kadın-egemen” bir hayat kurgulayabilirsiniz, hatta evrensel kardeşlik,
enternasyonal ve dahi interreligion diyalog şarkıları terennüm ederek tuhaf bir
dünya kurgulayabilirsiniz… Ama ayetlere öykünmeden! Günahla kirlenen
bakışlarınızı kutsal değerlere çevirmeden! “Cinsel gövde”lerinizde dolaşan
bakışlardan sadistçe zevk alan bir kirli algıyı kutsallara bulaştırmadan!
Bu vesileyle, vahyin berrak sularında zihnini arındırmış,
aklını durulamış ve vahiy ırmağının müstakim mecrasında akıp giden bir hayata
tutunmuş, dağ gibi kıpırtısızlıklarının ardına gizledikleri volkanik
heyecanları, iffetleri, imanları, istikametleri ve vakarlarıyla bize umut
aşılayan ümmet kadınlarına saygılarımızı sunuyoruz.
[1] Tam burada “Cennet annelerin ayakları altındadır”
hadisini hatırlamak yerinde olacaktır. “Hangi anne?” sorusu üzerinde düşünmek
ise annelik gibi bir derdi olanların en öncelikli vazifesi olmalıdır, değil mi?
[2] Tırnak içindeki bu bölüm, İranlı düşünür Daryush
Shayegan’dan mülhemdir.
[3] Bkz. 03 Mayıs 2006 tarihli el-Hayât gazetesi.
[4] Bkz. 29 Ağustos 2006 tarihli The New York Times
gazetesi.
[5] Hz. Ömer (r.a), evlilikte kadınlara kocaları tarafından
verilen mehri belli bir miktarla sınırlandırmak istemişti. Zira toplumda
oldukça yüksek mehirler veriliyor, bu da evliliği güçleştirici bir unsur olarak
gittikçe yaygınlaşıyordu. Birgün Hz. Ömer (r.a) camide halka hitab etti ve 12
okiyye (480 dirhem) den fazla mehir verilmemesini söyledi. Bunun üzerine yaşlı
bir kadın yolunu keserek “Böyle bir şey yapmaya hakkın yok. Allah Teala
Kur’an’da, “Onlara yüklerle mehir vermiş olsanız dahi, kendilerinden hiçbir
şeyi geri almayın” (Nisâ, 20) buyurmuştur” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a)
kadını tasdik etti ve “Kadın doğru söyledi, Ömer hata etti” dedi. (Ebu Davud,
Nikâh, 28; Tirmizî Nikâh, 22; el-Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’an, V, 95.)
Ömer Faruk Tokat
(Sahn-ı Seman)
RIHLE Dergisi “SÜNNET” dosya konulu 2. sayısında yayınlanmıştır (2008)


Yorumlar
Yorum Gönder