Mizojini (Kadın Korkusu)
Jack Holland tarihin başlangıcından beri, insanlığın bir
yarısının diğer yarısını baskı altında tutup insanlık onurunu elinden alması
nasıl açıklanabilir sorusundan yola çıkıyor.
Antik Yunan’dan günümüze kadar gerçekleşen olaylar üzerinden
kadınların karşı karşıya kaldığı baskıyı anlatıp sorunun kaynağını, nasıl
beslendiğini ve çözümünü bulmaya çalışıyor.
Mizojini, kadınla erkek arasındaki ilişkilerin meydana
getirdiği sosyal, siyasal ya da ideolojik çatışmaların ortaya çıkardığı yıkıcı
bir ürün. Bunların hiçbirisi tek başına mizojinin sorumlusu değil. Bu bağlamda
kadın düşmanlığı tüm diğer ayrımcılık çeşitlerinden ayrılmakta. Yazar ne zaman
doğduğu sorusu için ise; “o kadar eski ki insanlar tekerleği bulmadan önce
mizojiniyi buldular” diyor.
M.Ö 8. yüzyılda Doğu Akdeniz’de oluşmaya başlayan yapı,
Batının düşünce sistemini, kadının toplumdaki konumunu doğrudan etkiledi.
Yunanlıların Batı kültürüne sadece demokrasiyi değil, kadından nefreti de
yerleştirdiler. Yunan söylencelerinde erkeklere ateşe hükmetme kibiri yüzünden
ilk ceza verilir; “Pandora”. Burada Havva’nın rolünü Pandora üstlenir. Nefret
edilen kadın, kültürden kültüre sadece isim değiştirir ve belki hikayesinde
bazı farklıklar vardır.
Yahudi ve Hristiyan söylencelerinde olduğu gibi, Antik
Yunanda da, kadınlar ortaya çıkmadan önce erkekler doğanın dışında kalan,
yaratıcısıyla bütünleşmiş bir şekilde yaratılmıştı. Ama kadın bu özel ilişkiyi
bozdu; erkeğin antitezi ve öteki olarak kendi sınırları içinde kalmaya
zorlanmalı idi. Burada düalist bir yaşam felsefenin temelleri de atılmış, kadın
değişken dünyanın önemsenmeyen temsilcisi olmaya mahkum edilmiştir. Daha sonra
Platon ve Aristo Batı kültürüne cinsiyetler arası düalizmin yerleşmesine sebep
olmuşlardır. Kadından nefret edenlerin en bilinenleri; Rousseau, Nietzsche,
Hitler erkeğin Tanrıyla ilişkisinin tekliğini yeniden değerlendirmenin mümkün
olduğunu kanıtlamaya çalıştı. Bu çaba her seferinde kadını bir gölge gibi takip
edecek olan bir düalizmi ortaya çıkardı.
Roma döneminde, Ortaçağ’daki cadı avlarından 1200 yıl önce,
kadın düşmanlığı gelip iyiden iyiye yerleşmişti. Ancak kadınlar ilk kadın
hakları eylemini de bu dönemde yaptılar. Tıpkı o gün olduğu gibi bugün de,
erkekler kadınların hangi giysiyi giyeceklerine, hangi ekonomik haklara sahip
olacaklarına, çocuk doğurup doğurmayacaklarına ve maalesef daha pek çoğuna
karar verenin kendileri olmasını istiyor. Kadınların özgürleşmesi her çağda
tutucu çevrelerde olumsuz bir etki yaratıyor; can havliyle ilk sarıldıkları yer
de aile.
İlk Hristiyanlar ana günah, utanma ve düalizmi içeren bir
sistem kurdular. Bedensellik karşısındaki çaresizlik erkeğin kendisinden
korkmasının mizojiniye büyük ölçüde yön verdiğini gösterir. Kadın güzelliğine
karşı girişilen tutum Yahudi-Hristiyan mirasının ve bunlardan kaynaklanan beden
düşmanlığının bir sonucu. Zaman içinde bedensel arzu ve iradenin çatışması
Katolikliğin merkezine yerleşti. Ortaçağ’da bu durum “İblis Kadın” imajı ile
güçlendi. Kadınlar artık cadı olmakla suçlanarak yakılmaya başlandı. Ekonomi,
felsefe, sanat alanındaki ilerlemeler kadınların şeytanın işbirlikçisi olmasına
engel değildi. Bilim, mantık, demokrasi, bireyin ön plana çıkması.. Hiçbirisi
mizojinin önünü kesemedi. Dünya değişirken sabit kalan yegane şey kadından
nefretti.
Tüm dinler ve önemli filozofların neredeyse hepsi kadını hor
gördüler. Bugün bile örtünme, cinsiyet ayrımı, genital sakatlama ve benzerleri
toplumun sağ duyusundan kaynaklanan doğal bir sonuç gibi gözükebiliyor.
Mizojini geniş bir alana yayılmış; şarkılarda, filozofların, siyasetçilerin
dilinde… Ancak Aydınlanma döneminden itibaren gelişen felsefi ve siyasal
ilkeler ile beslenen adalet, hak eşitliği ve insan onuruna saygı ile kadınlara
eşit haklar tanıma fikri varlığını sürdürebilir. Mizojini, cinsiyetler arası
tarihe başlı başına hükmetmiyor. Ortadan kaldırılması sadece kadın için değil,
insanlığın ilerlemesi açısından da önemli. Mücadele ile mizojininin olmadığı
bir dünyada yaşamak mümkün…
Gökçesu
Özgül
08.07.2016/Kitapeki

Yorumlar
Yorum Gönder