Ropörtaj: Kadın Olmak ve 'Can' Olmanın Farkı
‘Canların Cinsiyeti – Alevilik
ve Kadın’ kitabının yazarı Nimet Okan'la kadınların yaşadığı ayrımcılığın
farklı veçhelerini, kadınlar arasındaki hiyerarşinin köklerini ve çalışmasının
kendisi için ne ifade ettiğini konuştuk.
Nimet Okan’ın ‘Canların Cinsiyeti
– Alevilik ve Kadın’ kitabı geçtiğimiz aylarda İletişim Yayınları’ndan
basılarak raflardaki yerini aldı. Etnik ve cinsiyete dayalı ayrımcılık üzerine
akademik çalışmalarına devam eden Okan’ın doktora çalışmasından hareketle
hazırladığı kitap, bugüne kadar arka planı irdelenmemiş bir ön kabulü
tartışmaya açması itibariyle çığır açıcı bir çalışma. Alevilikte var olduğu
iddia edilen ‘kadın-erkek eşitliği’ söyleminin kadınların yaşamındaki
yansımasını sorgulayan Okan, ‘Anşabacılılar’ topluluğunun Sivas, Kocaeli ve
İstanbul’da yaşayan 41’i kadın, 57 üyesiyle görüşmüş. Kendi ifadesiyle, kadın-erkek eşitliği
iddiasını ‘içeriden birisi’ olarak tartışılır kılma cüretini göstererek yola
çıkan Okan’la kadınların yaşadığı ayrımcılığın farklı veçhelerini, kadınlar arasındaki
hiyerarşinin köklerini ve çalışmasının kendisi için ne ifade ettiğini konuştuk.
Kitabınız, yazar Aslı
Erdoğan’ın “Belki de yazmaya değer tek şey, gerçekten yazılamayandır”
alıntısıyla başlıyor. Bu, çalıştığınız konuya bir gönderme midir? Alevilikte
kadınlara yönelik ataerkil pratiklerin, yazılamayan bir konu olduğunu mu
düşünüyorsunuz?
Maalesef evet. Alevilikte kadın
konusunu ele alan çalışmalar tabii ki var. Zaten kitapta bu çalışmalara ilişkin
değerlendirme yaptığım bir bölüme de yer verdim. Ancak söz konusu çalışmaların
“Alevilikte kadın erkek eşittir” iddiasını tarih üstü bir yaklaşımla, zamansal
ve mekânsal farklılıkları göz ardı ederek ortaya koyan, savunmacı bir
yaklaşımla kaleme alındıklarını söylemeliyim. Başka türlü bir çalışmaya, Karin
Vorhoff’un bir makalesi dışında, en azından ben rastlamamıştım. Gecikmiş de
olsa Alevi kadınların sesine kulak vermeye çalıştığım bu çalışmayı, Aslı
Erdoğan’ın duyarlı kaleminden bir cümleyle, çok anlamlı bulduğum bu cümleyle
okura sunmamın sebebi budur.
Alan araştırmasını
Anşabacılılar üzerine yapmışsınız. Bu topluluk, kitapta anlattığınız kadarıyla
Aleviler arasında yabancılara en kapalı ve dini, kültürel pratiklerine en bağlı
gruplardan biri. Böylesi muhafazakar bir grubu seçmenizin nedeni neydi?
Alevilikte kadın konusuna
yöneleceğime karar verdikten sonra “Peki ama hangi Alevi topluluk?” sorusuna
yanıt bulmam gerekti. Görevim gereği Sivas’ta bulunduğum bir dönemde, bir
arkadaşım Anşabacılıların topluluk sınırlarını çok iyi koruduğuna ilişkin
bilgiler paylaşmıştı. Daha sonra Anşabacılılar hakkında yazılmış sınırlı
sayıdaki kitap ve makaleleri okuyarak bu toplulukta karar kıldım. Çünkü Alevi
inanç ve pratiklerini ‘aslına uygun’ bir biçimde koruduğunu düşünen ve
araştırmacıların da bu düşünceyi doğruladığı Anşabacılılar, aynı zamanda bir
kadının adını topluluk adı olarak benimsemişti. Dolayısıyla, Anşabacılıların bu
özelliklerinin eşitlik iddiasını tartışmada iyi bir zemin oluşturacağını
düşündüm. Bu düşüncemde yanılmadım. Topluluk ‘Anşa Bacı’ üzerinden eşitlik
iddiasını güçlü bir biçimde savunmaktaydı. Ancak bu tespiti yapmakla birlikte
‘Anşabacılı’ kavramının, tıpkı cinsiyet kimliğinden arındırılarak kullanılan
‘can’ kavramı gibi, cinsiyetler arası eşitsizliği görünmez kılmada etkili
araçlara dönüştüğünü de gözlemledim. Bu benim için çarpıcı bir sonuç oldu.
“Kentte yaşayan kadınlar
köydeki kadınlara oranla bu ilişkileri daha fazla sorgulamakta. Tabii
sorgulayanların ‘talip’ kadınlar olduğunun altını çizmek gerekir. Çünkü
kocaları üzerinden de olsa sahip oldukları iktidarın ayrıcalıklarını kaybetmek
istemeyecek olan bacı ve ecinin karşısında, kaybedecekleri bir şeyi olmayan
talip kadınlar var.”
Kadınların yaşamının ataerkil
ilişkiler tarafından belirlendiğini söylüyorsunuz çalışmanızda. Kadınlar
hayatlarının özellikle hangi alanlarında bunu travmatik bir deneyim olarak
yaşıyor?
Bu sorunuza Anşabacılı kadınlar
üzerinden yanıt verecek olursam, herhalde en can yakıcı olanı eğitimle ilgili.
Kente göç eden aileler kız çocuklarını okutmak konusunda daha istekliler ama
özellikle 40’lı, 50’li yaşlarda olan kadınlar için maalesef durum pek de iç
açıcı değil. Kitabımı okuyamayan 50 yaşlarında bir kadın telefondan bana
seslenirken kendi açmazını şu cümleyle ifade etti: “Nimet, hem anam beni okutmadı,
hem de şimdi sana kitabı daha okumadığımı söylüyor!” Bunun yanında miras
paylaşımında karşılaştıkları ayrımcılık, kadınların kendi anlatılarında da dile
getirdikleri gibi önemli diğer bir mesele. Bu konuyu konuştuğum bir Anşabacılı
kadın “çok fena küsüyorum, kararıyorum” diyor. Çünkü biliyor ki ne babasının ne
de kocasının malvarlığı üzerinde söz sahibi. Yine toplumsal ilişkileri ‘koca’
denetimine tâbi. Örneğin ceme katılırken, ne bileyim saz kursuna gitmek
istediğinde, kadınlar arasında yapılan ‘gün’lere katılırken ‘evin erkeğinden’
onay almak zorunda kalan birçok kadın var. Kadına yönelik şiddet meselesi ise
kadınların yaşadığı travmatik deneyimlerden hayatın her alanına sinmiş
olanı.
Çalışmanızı hayli ilgi çekici
kılan bir unsur da ataerkillikten bahsederken erkeklerin tahakkümüyle birlikte
kadınlar arasındaki hiyerarşi ilişkilerine de odaklanmanız. Kadınlar arasındaki
bu hiyerarşi nasıl şekilleniyor?
Kadınlar arası hiyerarşi, aslında
farkında olmadığım için çalışmanın başında üzerinde durmayı düşünmediğim bir
konuydu. Ta ki köyde ‘bacı’ statüsündeki kadının evinde konaklayana dek. Bu
evde kaldığım süre boyunca çok sayıda talip kadının bacıyla kurduğu ilişkiyi
gözlemleme fırsatım oldu. Gördüm ki kadınlar arası farklılaşma, kadının
evlendiği erkeğin dinsel hiyerarşideki konumuna bağlı olarak değişiyor.
Anşabacılılarda dinsel hiyerarşinin tepesinde ‘baba’, daha sonra ‘sofu’ ve en
altta ise ‘talip’ olan erkekler bulunmaktadır. Bu hiyerarşik ilişkiye paralel
olarak babanın eşine ‘bacı’, sofunun eşine ‘eci’ denilmekte, talibin eşine ise
ad verilmemektedir. Yani talip olan kadının adı yok! Her ne kadar kadın ve
erkeğin Alevilikte eşit olduğu iddia edilse de, sırf kadınlar arası
hiyerarşinin erkekler arasındaki hiyerarşiye göre şekillendiğini görmek bile bu
iddiayı tartışılır kılmaya yeter.
Kitabın son bölümünde kentte
yaşayan kadınlarla yapılan söyleşiler de var. Kadınlar arasında bahsettiğiniz
bu hiyerarşi kentte dönüşüme uğruyor mu? Yine bacılık statüsünün tahakkümünü
görüyor muyuz örneğin?
Kadınlar arasındaki hiyerarşik
ilişki, köyde yaşanan ilişkiler üzerinde hâlâ belirleyici. Köyde, kendisinden
yaşça çok küçük olmasına karşın ‘bacı’nın elini öpen talip bir kadını
rahatlıkla görebilirsiniz. Bununla birlikte ‘bacı’nın dualadığı başörtüsünü alan
ve bu başörtüsünü İstanbul’daki evinden dışarı her çıktığında yüzüne sürerek
‘Yezit’in nefsinden korunduğuna inanan bir başka kadını da görebilirsiniz.
Ancak kentte yaşayan kadınlar köydeki kadınlara oranla bu ilişkileri daha fazla
sorgulamakta. Tabii sorgulayanların talip kadınlar olduğunun altını çizmek
gerekir. Bence Anşabacılılarda cinsiyetler arası asimetrik ilişkileri
dönüştürme potansiyeli yüksek olan grup da talip kadınlardır. Çünkü kocaları
üzerinden de olsa sahip oldukları iktidarın ayrıcalıklarını kaybetmek
istemeyecek olan bacı ve ecinin karşısında, kaybedecekleri bir şeyi olmayan
talip kadınlar var.
“Bu konunun bu kadar geç bir
dönemde tartışmaya açılmasında Alevilerin bu coğrafyada yaşadığı ayrımcılığın
büyük payı var.”
Alevilerin bu ülkede uğradığı
ayrımcılık düşünülünce, bu çalışma konusunda bir endişe hissettiniz mi?
Tabii ki endişelerim oldu. Zaten
bu konunun bu kadar geç bir dönemde tartışmaya açılmasında Alevilerin bu
coğrafyada yaşadığı ayrımcılığın büyük payı var. Yani şöyle bakılıyor: Zaten
Aleviler dezavantajlı bir grup, yüzyılların baskısını üzerinde hisseden
Alevilerin baş etmesi gereken bir sürü mesele varken, onların kendi
içlerindeki, hem de çok iddialı oldukları bir alanda yaşadıkları sorunları dile
getirmek çok da insaflı olmaz. Nitekim çalıştığım konuyu ve bakış açımı
öğrendiklerinde benim yakın çevremde de buna benzer bir yaklaşım sergileyen
akrabalarım, tanıdıklarım oldu. Ben de tezi yazarken gelgitler yaşadım.
Gerçekten Alevilerle ilgili çözülmesi gereken birçok mesele var. Bu meselelerin
kökleri de dışarıda. Ama Alevilerin içerideki meseleleri ne olacak? Üzerini mi
örteceğiz? Devletin Aleviler üzerinden yürütülen politikalarla yüzleşmesi
gerektiğini söyleyip Aleviliğin kendisiyle yüzleş(e)memesini sineye mi
çekeceğiz? Kendi gerçeğine yabancılaşan bir Alevi birey, üzerinde hissettiği
siyasal ve toplumsal baskılarla mücadele edebilir mi? Ya da evrensel boyutlarda
yaşanan ve kökleri çok eskilere dayanan kadına yönelik ayrımcılık ortadayken
‘Alevilerde kadın erkek eşittir’ klişesini söylemeye devam mı edeceğiz? Uzunca
bir süre bu ve benzeri sorular zihnimi meşgul etti. Ancak sonuç olarak verili
kimliklerimize hapsolarak yürüteceğimiz tartışmaların kısırlaştırıcı etkisinden
kendimi kurtarıp, Alevi kadınların yaşadığı sorunları dile getirmenin daha ufuk
açıcı olacağında karar kıldım.
Bu tür alan araştırmasına
dayanan çalışmalarda, genellemenin getireceği riskler vardır. Böyle bir risk
var mıydı sizin çalışmanızda?
Zaten çalışmanın sınırlarını
kitapta net bir biçimde çizdim. Ancak bu kitabı okuyan Alevi kadınların
birçoğunun, Anşabacılı kadınların yaşadıklarının aynısını tecrübe etmemiş
olsalar da, kendilerine tanıdık gelen yönleri olacağını düşünüyorum. Ayrıca bu
tanıdık hikâyeler aslında yalnızca Alevi kadınların hikâyeleri de değil bence.
İster Sünni, ister Kürt, ister Laz, kendisini nasıl tanımlarsa tanımlasın
birçok kadının ortak hikâyelerinin sesi duyulabilir bu çalışmada. Ancak bunu
söyleyerek bütün kadınları aynılaştırmak istemiyorum. Doğaldır ki bir Ermeni ya
da Kürt kadının, Ezidi kadının içinde şekillendiği tarihsel, dinsel, toplumsal
ya da siyasal atmosfere göre şekillenen kendi özgül taraflarını da göz ardı
edemem.
Kitapta sözlerine yer
verdiğiniz kadınlar çalışmanızı okuma fırsatı buldu mu? Onların tepkileri nelerdir?
Kitap basıldıktan sonra çalışmaya
katkısı olan Bacı’ya, Eci ve Sofulara kitabı gönderdim. Okuyup okumadıklarını
çok merak ettiğim halde, verecekleri olası bir olumsuz tepkiden çekindiğim için
arayamadım. Aradan iki ay geçtikten sonra Sofu’dan bir telefon geldi. Kitabı
beğendiğini söyledi ama bu görüşmede ayrıntıya giremedik. Eci’yi telefona
istedim. O daha coşkulu bir biçimde kitabı çok beğendiğini söyledi ve ekledi:
“Bizim büyük oğlan da okudu. Bana dedi ki ‘Anne, bu abla bizi sevmiş mi dövmüş
mü anlayamadım. Sizi hep ikinci sınıf vatandaş yapmış’. Ben de ‘Oğlum bak hele
bana, birinci sınıf vatandaş gibi mi gözüküyorum! Biz ona ne anlattıysak o da
bizi öyle anlatmış’ dedim”. Bu henüz ilk değerlendirme. Yakın bir tarihte
İstanbul’a ve Kocaeli’ye gidip görüşme yaptığım talip kadınların kitapla
buluşmalarını sağlamayı planlıyorum. Sanırım ancak bundan sonra kitaba ilişkin
değerlendirmeler daha netleşecek.
Gözde
KAZAZ / 13.01.2017 / agos.com.tr

Yorumlar
Yorum Gönder