Ropörtaj: Osmanlı'da Okumayı Meslek Haline Getiren Kadınlar Vardı
Osmanlı kültür tarihine dair çalışmalarıyla tanınan Prof.
Dr. İsmail E. Erünsal, Osmanlılarda kadınların en çok Hz. Muhammed’in
(sav) hayatını konu alan Muhammediye
adlı kitaba sahip olduklarını ve kendi aralarında düzenledikleri okuma
meclislerinde bu kitabı okuduklarını söylüyor.
Sahaflık ve kütüphaneler deyince akla gelen ilk isim İslâm
Araştırmaları Merkezi Kütüphanesi ilmî danışmanı Prof. Dr. İsmail E. Erünsal. Prof. Erünsal ile
yakınlarda yeni baskısı yapılan Osmanlı Kültür Tarihinin Bilinmeyenleri’nden
yola çıkarak son araştırması olan Osmanlılardaki kadın okurları konuştuk.
Osmanlılara geçmeden önce şunu sormak istiyorum: Ortaçağ
İslam İslâm dünyasında kadının yeri neydi?
Hz. Muhammed (sav) döneminden itibaren kadınları eğitim ve
öğretimin içinde görüyoruz. Ortaçağ İslâm dünyasında kadınlar derslere
gidiyorlar, hadis dinliyorlar, hadis rivayetlerinde önemli bir rolleri de var.
Bunun yanında evlerinde veya camilerde bazı kitapları okutup icazet de
veriyorlar. İslâm tarihindeki pek çok büyük âlimin hocaları kadın. Yine 15.
yüzyılda yazılan bir biyografi serisinin bir cildinin kadın âlimlere
ayrıldığını görüyoruz.
Peki Osmanlılarda nasıl bir tablo ile karşılaşıyoruz?
Osmanlı toplumunda kız ve erkek çocuklar 5-6 yaşlarında
sıbyan mektebine gidiyor. Net olmamakla birlikte 10-11 yaşına kadar devam
ediyor bu eğitim. Burada okuma-yazma eğitiminden ziyade Kur’ân, namaz sureleri,
ilmihal bilgileri gibi dersler görüyorlar. Ayrıca Kur’ân pahalı olduğundan,
herkesin kendi okuyacağı kısımları kopya etmesi için de hat dersleri var.
Sonrasında kızların önünde herhangi bir alternatif var
mı?
Sıbyan mektebini bitirdikten sonra ailelerin sorumluluğu
devreye giriyor. Bu da büyük ölçüde ekonomik durumla ilgili. Çünkü kız
çocukların okuma-yazma öğrenebilmesi için özel ders almaları gerekiyor. Kırsal
kesimde yaşayan halk için bu çok mümkün değil. Çünkü hem maddî imkânlar
yetersiz, hem de çocuklardan üretime katkı yapmaları bekleniyor.
Ya şehirlerde?
Şehirde durum farklı: Ticaret erbabı, ulema ya da bürokrat
ailelere mensup kızların okuma yazma bildiğini görüyoruz. Mesela bazı şair,
hattat kadınlar var. Bunlar daha çok zengin, varlıklı ve bilgin ailelerden
çıkıyor zaten. Bir ulema ailesinde yetişen kadın, babasının kitaplarını
görüyor, bir heves oluşuyor.
Peki kadını İslâm’ın ilk asırlarındaki gibi yoğun
eğitim-öğretim faaliyet alanlarında Osmanlılarda niye göremiyoruz?
Osmanlılarda İslâm dünyasındaki gibi bir tabloyla
karşılaşmıyoruz, doğru. Ancak baştan söyleyeyim bunun sebebi İslâm değil.
Kadının Osmanlı toplumundaki yeri meselesini ele alırken İslâm’dan ziyade
Osmanlılara has örf, adet, gelenekler ve coğrafya göz önünde bulundurmalıyız.
Osmanlılar, Müslümanlık geçmişi olmayan bir coğrafyaya geliyorlar, o coğrafyada
tutunmaya çalışıyorlar ve şehirleşmeleri doğal olarak zaman alıyor. İstanbul’un
fethine kadar sadece Bursa ve Edirne var. Okumuş yazmış ailelerin çıkması da
fetihten sonra uzun bir zaman alıyor. Bundan dolayı günlük hayat ne
gerektiriyorsa kadın da o rolü oynuyor toplumda. Okuma belli bir derece
zaruret. Ayrıca halk kitaplarının çoğu manzum ve ezberlenmesi de kolay. Kişi,
biraz dinleyerek biraz bakarak kolayca çözebilir bu tür kitapları. Yazmaya
gelince, yazmak çok ayrı bir şey. Okuma bilen bir kısım kadının yazmayı
bilmediğini görüyoruz.
Neden?
Çünkü bu ihtiyaca binaen öğrenilen bir şey. Yazmayı bugün
biz üniversite öğrencilerine dahi tam anlamıyla öğretemiyoruz. Bir de Osmanlı
Türkçesinin hususiyeti olarak kişinin Arapça ve Farsçaya da aşina olması
gerekiyor ki, bu iki dilden alıntılanan kelimeleri doğru imlasıyla yazabilsin.
Yani kadının gündelik hayatta yazma ile bir işi yoksa, bunu öğrenmesi için bir
gerek de yok o devir için. Şunu unutmayalım: Sözlü kültürün çok yaygın olduğu
bir dünyadan bahsediyoruz. Bu yüzden okuma-yazma bilmemeyi bugünkü manada
cehaletle özdeşleştiremeyiz. Biz hükümlerimizi genellikle bugünkü değer
yargılarımız üzerine bina ediyoruz. “Kadın niye okumamış, cahil kalmış”
diyoruz. O dönem Batı’da da böyle aşağı yukarı. Sonraları sanayileşme orada çok
erken başladığı için Batı’da kadınlar için okuma yazma ihtiyaç haline geliyor.
Peki miras kayıtlarına baktığımızda kadınların en çok
hangi kitapları okuduğunu görüyoruz?
16. ve 17. yüzyıla ait kayıtları incelediğimizde Mushaf’tan
sonra ilk sırada 15. yüzyılda yazılan ve Hz. Muhammed’in hayatını konu alan
Muhammediye yer alıyor. Bu, Osmanlılarda okuma meclislerinde en çok okunan
kitaplardan. Muhammediye, başlı başına bir fenomen kitap. Aynı “Mevlid” gibi
makamla okunuyor. Anadolu’dan Balkanlara, Maveraünnehir’den Kırım’a kadar çok
geniş bir coğrafyada ilgi görmüş. O kadar ki, okuma bilen yaşlı hanımlar
varlıklı bir hanımın evinde toplanıyorlar. Aralarından en bilgili olan
Muhammediye’yi okuyor, diğerleri de bunu huşu içinde dinliyorlar.
Çok ilginç…
Evet, son derece hem de! Dahası var, bu konuyla ilgili benim
tespit ettiğim en önemli husus şu: Bazı kadınlar profesyonel okuyucu. Yani
okuma işini meslek olarak yapıyorlar. Bugün nasıl kadınlar kendi aralarında
toplanıp altın günü yapıyorlarsa o devirde de kadınlar toplanıp Muhammediye
günü yapıyorlarmış demek ki. Okuma bilen bir kadın da bu güne katılıp kitap
okuyor, diğerleri de dinliyor. Ayrıca Evliya Çelebi kadınların Muhammediye’yi
ezberlediklerini söylüyor.
Muhammediye dışında kadınların okudukları başka neler
var?
Kadınların en çok okuduğu kitaplarda ikinci sırada “Mevlid”
geliyor. Osmanlılarda kandil, düğün, sünnet gibi hemen her vesileyle okunan bu
eser, bugün de toplumumuzda yaygın. Üçüncü sırada Envarü’l-Aşıkîn adlı, yine
Muhammediye tarzında bir kitap var. Bu tabloya bakınca kadınların daha çok dinî
bir motivasyonla kitap sahibi oldukları sonucuna varmamız mümkün. Elbette şiir,
tıp ve tarihle ilgili kitaplara sahip olan kadınlar da var, ancak bunların
sayısı çok az.
Araştırmanıza göre Mushaf sahibi kadınlar, erkeklere göre
daha fazla. Kadınların erkeklerden daha dindar olduğu sonucuna ulaşabilir miyiz
buradan?
15.-18. yüzyıllar arası Batı’da kadınların erkeklere göre
daha dindar ve dinî yükümlülüklerini yerine getirmede daha titiz olduklarını
gösteren araştırmalar var. Ancak Osmanlılar için bu tür bilgilerden şimdilik
mahrumuz. Burada asıl etken, kişilerin vefatı sonrası ihtiyaç sahiplerine
dağıtılmak üzere Mushaf alınmasına dair vasiyetleri. Mesela “Öldüğümde paramdan
5 bin akçe ile 10 Mushaf alınıp fakirlere dağıtılsın” şeklinde vasiyetler var.
Mahallenin imamı da vasiyet üzerine alınan bu Mushafları fukara kadınlara
veriyor. Bu, Osmanlılarda 16. yüzyıldan itibaren yerleşmiş bir adet. Kadınların
erkeklerden çok Mushaf’a sahip olmasının en önemli sebebi bu.
Bu bilgiye sahip olmadığımızda çok yanlış
yorumlayabiliriz bu verileri değil mi?
Elbette. Yorumluyorlar da zaten. Ortaya bazen komik bazen de
trajik hatalar çıkıyor. Daha da kötüsü bunlar yayılıyor. Osmanlıları incelerken
Osmanlı hayatını ve dönemin şartlarını bilmek lazım. Bu tür konularda genelleme
yapmak çok yanlış. Osmanlıların hakim olduğu dönem 600 yıl gibi çok uzun bir
dönem. Coğrafya çok geniş. Yaşayan milletler çok çeşitli. Böyle bir yapı
karşısında “Bu işler Osmanlı’da böyleydi”
demek tehlikelidir. Yeni nesil tarihçiler televizyon ve gazetelerde
devamlı genelleme yapıyorlar maalesef.
Son olarak şunu sormak istiyorum: Kadınların okudukları
kitaplara dair çalışmak nereden aklınıza düştü?
Kitaplarda çok fazla “İşte Osmanlı döneminde kadınlar şöyleydi,
böyleydi” gibi hükümler vardı ama bunların neredeyse çoğu herhangi bir belgeye
dayanmıyordu. Benim de çalışılmayan konular üzerine çalışmak gibi bir
alışkanlığım var. Diğeri bana pek uygun gelmiyor. Oturdum, 16. ve 17.
yüzyıldaki miras kayıtlarından hareketle kadınların sahip olduğu kitapları
ortaya çıkarmaya çalıştım. Benim saham olan Osmanlı kültür tarihi, ülkemizde en
az çalışılan alanların başında geliyor. Çünkü kaynakları konusunda çok büyük
problemler var. Bir cümlelik bilgiye ulaşmak için bazen aylar boyunca binlerce
arşiv belgesi ve elyazması okumak zorunda kalabiliyorsunuz ve neticede elde
ettiğiniz şey bir cümle. Çok şanslıysanız bir paragraf… Bu süreçte de aynı şeyi
yaşadım. Bu bilgileri tespit etmem uzun zaman aldı, ama değdi doğrusu.
Röportaj:
Halil Solak / 10.03.2019 / star.com.tr
hhalilsolak@gmail.com

Yorumlar
Yorum Gönder