Buhranlarımız'dan: Kadın Hürriyyeti

 Said Halim Paşa'nın en önemli eserlerinin bir arada bulunduğu Buhranlarımız ve Son Eserleri kitabının "Kadın Hürriyyeti" başlıklı yazısından alıntıdır. 





    Sosyal çöküşümüzün en tehlikeli neticelerinden birini de bazı kadınların iddiaları teşkil ediyor.  Günümüzde bazı kadınlar, örtünmeyi terk etmek, daimi olarak erkeklerle bir arada bulunmak, hürriyet ve serbestlik elde ederek Batı kadınları gibi yaşamak istiyorlar. Bunlardan evlenenler, kocalarının hâkimiyetini tanımadığı gibi, genç kızlar da ebeveyninin vesayetine tahammül edemiyorlar. Bu gibi kadınlar artık hür olmak, istedikleri gibi hareket etmek, yaptıkları şeyler için kimseye hesap vermemek arzusu ile doludurlar.mBu feminist kadınların, bu gibi iddia ve istekleri, bazı erkekler tarafından da doğru bulunarak destekleniyor.

                Bu erkekler de, erkeklerin tahammül olunmaz istibdadına son verilerek, kadınların istedikleri yerine getirilmedikçe, cemiyet hayatının kurulamayacağını teslim etmeyi vicdani bir vazife saymaktalar. Böyle bir fikre aldanan erkekler, ideal edindikleri Batı medeniyetinin, o toplumdaki kadınların üstünlüklerinden ve tam olarak hür bulunmalarından doğduğunu zannediyorlar. Eğer bu doğru olsaydı, milletler tarihini yalancı çıkarak mühim bir hadise teşkil ederdi. Çünkü hiçbir medeniyet, hiç bir vakitte, kadın hürriyeti ile başlamadığı gii, aksine bütün medeniyetlerin, kadınların tam hürriyetlerini ele geçirmeleri ile mahv olup gittikleri, tarihin en gerçek olaylarından biri olarak sabittir.

HAK EDEN HÜRRİYETİNİ KENDİSİ ALIR  

                Kadının da bir medeniyet unsuru olmak kıymet ve ehemmiyetini taşıdığında şüphe yoktur. Buna hiçbir şekilde itiraz edilemez. Her şey hatta adi bir taş bile, mesela hastahane inşası gibi faydalı bir işte kullanıldığı zaman olduğu gibi, beşer medeniyetine hizmet etmekten geri durmaz. Ancak bir şeyin medeniyet ve ilerleme yolunda faydalı olabilmesi, onu bu yola sevk edecek olanların bilgi ve maharetlerine bağlıdır. Fakat değerli bir medeniyet ve saadet unsuru olan kadınların, nasıl faydalı olacaklarını, Türk kadınları için hürriyet ve serbestlik isteyenlerin söylediklerinden çıkarabileceğimiz pek şüphelidir.

                Esasen hürriyet ve serbestlik istenmesi, maalesef daima, birçoklarını yanıltmıştır. Çünkü bunun, her zaman için takdir ve teşvik edilmesi gereken ulvi bir hareket olduğu zannolunmuştur. Hatta bu gibi istekler, ehliyet ve görüşlerinden istifade edilmeyen muktedir birçok kimselerin bulunduğu ve bunların müşterek saadetimizi temin yolunda çalıştırılmayarak pek çok kuvvetin ziyan edildiği zannını doğurmaktadır. Halbuki bundan daha yanlış bir şey olamaz. Zira daha fazla bir hürriyete gerçekten ihtiyaç duyanlar, muhtaç oldukları serbestliği kimseye hücum etmeden de elde edebilirler. Zaten alınmasına ihtiyaç duyulan hürriyet, ait olduğu iş ile onun yerine getirilmesi imkanı arasındaki dengeyi kurmak için daima kendi kendine meydana gelir. Batı’da kadınların sosyal hayattaki yerlerini tayin etmiş olan hürriyet ve serbestlik ancak bu şekilde meydana gelmiştir.

                Cemiyetimizde, ziraat sahasında erkeklerin hürriyetine denk olan kadın hürriyeti, hiçbir vakit ve hiçbir kimse tarafından istenmiş değildir. Kadınlar, ziraat hayatında erkeklerin yaptıklarının aynını yapmaktadırlar. Bu yüzden, hürriyet ihtiyacı, her iki taraf için de aynıdır. Köy hayatında görülen kadın hürriyeti, yapılan işin mahiyeti icabı olarak, kendiliğinden meydana gelmiştir. Dolayısıyle cemiyetimizde erkek ile kadın arasında mevcut olan hürriyet eşitsizliği, kadının zararına olarak ve sebepsiz yere ortaya çıkmış bir gasbın eseri değildir.

                EŞİTSİZLİK, İŞE VE MUHİTE GÖRE DEĞİŞİR

                Bu eşitsizlik, cemiyetimizde erkek ile kadının, yerine getirmekle mükellef bulundukları vazifelerin farklı olmasının bir neticesidir. Bu farklılık da sosyal tabakaların icaplarına göre daima değişmektedir. Aile ihtiyaçlarına yardım olmak üzere, kadının da erkek kadar çalıştığı fakir sınıflarda, u farklılık, ayırt edilemeyecek kadar azalmakta; cemiyetin yüksek tabakalarında ise derece derece artmaktadır. Kadınların tamamen işsiz kaldığı en kibar tabakalarda, farklılık da en yüksek derecesini bulmaktadır. Sosyal durumumuzun bu zaruretleri karşısında, erkek hürriyetine eşit bir serbestlik isteyen kadın, eğer bu hürriyete hakikaten ihtiyacı varsa, biçare çiftçi kadına bu serbestliği aldıran hakka benzer bir hak ile onu almalıdır. Dolayısıyle, köylü kadınlarda takdir ile karşılanan serbestliğin, diğer kadınlara tanınmamış olmasının ciddi sebepleri vardır.

                Bu sebeplerden biri, feminizm fikrinin savunucusu olan erkek ve kadınlarda bu düşünceyi, yersiz ve yabancı bir terbiyenin doğurmuş bulunmasıdır. Bu bakımdan hareket, muhitimizde, yapmacık ve gayri tabii görülmektedir. Esasen bir muhit, mahiyeti ne olursa olsun, ancak kendisinin doğurduğu ihtiyaçları tatmin edebilir. Bu sebeple kadınlara hürriyet ve serbestlik verilmesi gibi sahte bir ihtiyacın tatmin yeri muhitimiz olamaz.

                YERSİZ VE HAK EDİLMEYEN SOSYAL HÜRRİYETLER

                Bütün bunlardan başka, en önemsizlerinden en tehlikeli olanlarına varıncaya kadar, bütün suistimallerin, bütün aşırı hal ve hareketlerin, layık olunmadan elde edilmiş bir haktan veya yersiz bir hürriyetten doğduğu da dikkate alınmalıdır. Bu taktirde, Osmanlı kadınları adına ileri sürülen hürriyetçi iddia ve isteklerin, yerine getirilmesi halinde ne gibi tehlikeler doğuracağı kolaylıkla görülebilir. Bu mühim mesele hakkında daha açık bir fikir edinmek için, incelemenin umumi olarak yapılması faydalı olur.

                İnsanın içtimai vazifeleri bulunduğu ve umumi vazifeleri arasında en mühimlerinin bunlar olduğunu daha önce söylemiştik. Vazife kelimesini ağzına alan kimse, hak ve hürriyet manalarını da ifade etmiş olur. Bu manalarda siyasi hak ve hürriyetler nasıl mevcutsa, içtimai hak ve hürriyetler de aynı şekilde mevcuttur. Kanunlar hak ve vazifelerden doğmuştur. Siyasi kanunlar gibi sosyal kanunlar da bu kaynaklardan çıkmıştır. Sosyal kanunlar cemiyeti kurar ve korurlar. Siyasi kanunlar da onun varlığını nizama sokar ve ilerlemesini temin ederler. Sosyal hürriyetlerin esas özelliği,  bilhassa hak edildikleri nisbette kazanılmaları, yani bir sosyal vazifenin yerine getirilmesi karşılığı olarak elde edilmeleridir.

                Sosyal vazife, sosyal hürriyeti doğurur. Vazifenin yerine getirilmesinde gösterilen daha büyük bir kabiliyet, insana daha büyük bir hürriyet bahş eder.  İşte öylece, sosyal hürriyet, görülen ve isbat olunan bir ehliyetin karşılığında mükâfat olarak hak edilmiş olur. Bu uzak görüş ve tedbir ifade eden içtimai hikmet, sosyal hürriyetin, doğrudan doğruya cemiyetin varlığında tesiri olmasından ve bu hususta düşülecek hataların cemiyetin felaketine sebep olabilecek bir önemde bulunmasından doğmuştur. Bu hikmet, cemiyetin kendini korumasına ait sevk-i tabiinin en açık bir tezahürünü teşkil eder.

                SİYASİ HÜRRİYETLER

                Siyasi hürriyetlerde ise tam aksinedir. Bu hürriyetlerin kazanılması için layık olma zaruriyeti yoktur. Çünkü ferdin falan veya filan şeyi yapma iktidarına sahip bulunmasından değil, bunları yapabilmek hak ve hürriyetine malik olmak ihtiyacını veya arzusunu hissetmesinden doğarlar. Fakat bir şeyi yapma hürriyeti, insana o şeyi yapabilme ehliyet ve iktidarını bahş eylemez. Olsa olsa o ehliyet ve iktidarın kazanılması imkânını hazırlar. Fakat bu imkân da çoğu zaman, istenen ehliyeti temin etmez. Zira bu ehliyet ve iktidar, ya kazanılır veya kazanılamaz. Kazanıldığı taktirde, elde edilinceye kadar geçen zaman zarfında, az çok keyfi bir şekilde elde edilmiş olan hürriyet, çok suistimallere sebebiyet vermiş olur. Ehliyet ve iktidar, kazanılmadığı zaman ise hürriyet de kaybolur gider.

                Siyasi meseleleri cemiyetin şekline ve şartlarına taalluk eder. Bu bakımdan siyasi hürriyetlerin kötüye kullanılması, cemiyetin varlığına doğrudan doğruya tesir etmez. Dolaysısıyla da sosyal hürriyetler derecesinde derin bir tesir icra etmekten uzaktırlar. Bundan başka, bir toplum sosyal vazifelerini hakkıyla yerine getirmeye muktedir bulundukça, siyasi yanlışlık ve kötülüklerden hâsıl olan zararları telafi edebilir. Siyasi hürriyet, hak edilmiş olmak gibi bir şarta bağlı olmadığından, zor ve kuvvetle elde edilen her şey gibi, bazılarının menfaatine, bazılarının da zararına olarak alınır.

                İşte milletler tarihinin kayd edegeldiği siyasi mücadeleler ve onların aksi tesirleri, siyasi hürriyetlerin bu mahiyetinden doğmuştur. Hâlbuki insanların sosyal hürriyetlerinden kin ve nifak doğduğuna dair bir misal görülmez. Aksine içtimai hürriyetler, insanları daima birbirine bağlamış, siyasi hürriyetler ise birbirlerinden ayırmıştır.

                Netice olarak bu tafsilattan, sosyal vazifelerin hürriyeti, siyasi hürriyetlerin ise vazifeyi gerektirdiği neticesini çıkarabiliriz. Esasen sosyal hürriyetin hak edilmiş bir şey olduğunu, siyasi hürriyetin ise çoğu zaman hak edilmeye muhtaç bir halde kaldığını görmekteyiz. Sosyal sahada, daha büyük bir ehliyet, daha geniş bir hürriyet temin ettiği halde, siyasi sahada elde edilen hürriyetler, daha bir çok siyasi vazifelerin yapılmasını gerektiren bir taahhüd ve mecburiyet teşkil etmektedirler.

                CEMİYET KADINDAN NE İSTİYOR?

                Sosyal vazife, toplumun ahlakının bozuk veya sağlam oluşuna göre pek çeşitli olabilir. Fakat sosyal hürriyetin dayandığı esas, asıl mahiyeti gibi değişmez bir halde bulunur. Dolayısıyle cemiyet, kadından cazip şeyler, eğlenceler, hazlar isteyebileceği gibi, fikri ve ahlaki vasıflar ve faziletler de isteyebilir. Ancak ahlakı bozuk ve eğlence düşkünü bir cemiyetin ihtiyaçlarının tatmini, ciddi, ahlaklı bir cemiyetin ihtiyaçlarını tatmin etmekten daha kolaydır. Bu yüzden kadınlar, ciddi bir cemiyetten çok, zevk ve eğlenceye düşkün bir cemiyet içinde daha geniş hürriyetlere sahip olurlar. O halde bir cemiyette, kadının sahip bulunduğu hürriyetin derecesi, ne o toplumun yüksekliğini, ne de kadının o toplumdaki değerini belirten bir ölçü olabilir. Her ikisinin de kıymetinin ve aslının takdir olunabilmesi için bilinmesi gereken bir şey vardır. O da bu hürriyetin neye karşılık olarak elde edildiğidir. Acaba bu hürriyet, faziletin mi, yoksa zevk ve eğlence aleti olmanın mı karşılığıdır?

                Bu tafsilattan, feministlerimizin istediği hürriyetin, gerçek manası ve içyüzü açık bir şekilde anlaşılabilir. Artık şimdi feministlerin, kadınlar için sosyal bakımdan hürriyet istemelerinin, onların o hürriyete layık olmadıklarına kat’i bir delil teşkil etmesi gibi, bu iddiaların, siyasi ve içtimai hürriyetlerin birbirine karıştırılmalarından doğan esassız şeyler olduğundan da şüphe edilemez. Bizdeki feministlere önder olan Avrupalı kadınların iddiaları, birtakım siyasi hakların istenmesinden ibarettir. Hâlbuki bizim feminist kadınlarımızın istediklerinin mahiyeti içtimaidir. İşte bu fark anlaşılamamış ve bu karışıklıktan da yanlış iddialar doğmuştur.

                Osmanlı cemiyetindeki kadın hayatında meydana gelen değişiklikler tedkik olunursa, son elli sene zarfında kadın yaşayışının pek çok genişlediği görülür. Her halde zamanımızın kadınları, umumi olarak, elli sene öncesine nisbetle daha büyük bir hürriyetten istifade ediyorlar. Fakat bahsini ettiğimiz hürriyet, gizli bir şekilde Avrupalı kadınlar gibi yaşayan kadınların hürriyeti değildir. Biz halen, hiç bir şekilde itham ve tarize uğramayan ve müslümanca yaşayan hanımların hürriyetinden bahsediyoruz.

                HAK ETTİĞİ KADAR HÜRRİYET

                Kadın hürriyetinin şimdiki derecesinin, yeni hayat tarzımızdan doğan fikir ve hislerin olgunlaşmasının bir neticesi olduğu şüphesizdir. Bu hürriyetin, kadınların istekleri sebebiyle meydana geldiği iddia edilemez. Çünkü evvelce bu gibi isteklerin hiç biri mevcut değildi. Şimdiki hürriyeti ortaya koyan içtimai gelişmemiz, tabii akışını takip edecek ve kadınlığa, daha geniş bir hürriyeti de kendi seviyesine uygun bir derecede tutacak, yani her neslin hak ettiği mertebe ile sınırlayacaktır. Ayrıca gelecek nesillere örnek olacak bir ahlak ve zihniyete de uygun bulunduracaktır.

                Şu halde, zamanın tabii cereyanının önüne geçerek, Osmanlı cemiyetindeki kadınları, hemen bugünden Batı kadınlarına benzer hale getirmek arzusu, hak ve selahiyetleri aşan, keyfi, yersiz ve yanlış bir hareketten başka bir şey değildir. Ferdin, en basit bir içtimai vazifesini idrak edip yerine getirmekten aciz bulunduğu bir zamanda ve bilhassa toplumun, son dereceye varan çözülmesi sırasında, işlenecek olan bu kadar kötü bir işin, ne gibi fenalıklara sebep olacağı kolaylıkla tahmin edilebilir. En mühim meselelerin bile, daima akıl almaz bir hafiflikle halledilmeye ve tatbik olunmaya kalkışılmasının, milli geleceğimizi pek büyük güçlükler içine sokmuş bulunması, bizi artık uyandırmalıdır. Artık bu sefer de, hasta muhayyilemizin gelip geçici ve zararlı heveslerini, aynı şekilde tatmin etmeye kalkışırsak, zaten dirilteceklerini sananların hiç durmadan işledikleri hataların ağırlığı altında yıkılmak üzere olan içtimai varlığımıza, öldürücü bir darbe de biz vurmuş oluruz.

                TOPLUM ZARARLI İSTEĞE KARŞI ÇIKAR

                Kadın hürriyeti tarafdarı feministlerimizin istekleri, esas olarak “harem” in kaldırılarak, erkek ile kadın arasında, Batı cemiyetlerindeki gibi bir temas ve münasebet tesis edilmesine dayanmaktadır. Bu ise tamamen sosyal bir istektir.

                Yukarıda izah olunan esaslara dayanarak diyebiliriz ki: Eğer istenen bu hayat tarzı, gerçek bir sosyal ihtiyaçtan doğmuş olsaydı ve bugünkü cemiyet de böyle bir şeklin tatbikine müsaid bulunsaydı, kadın taraftarlarının bu hususta istedikleri inkılâp kendiliğinden hâsıl olurdu. Böyle olmayıp da halen iddia halinde bulunması, lüzumsuz ve yersiz bulunduğuna delildir. Feministler, herhalde, topluma daha büyük bir saadet temin edeceği zannı ile yeni haklar istiyor olmalılar. Hâlbuki bir cemiyet, istihkak edilmiş olan haklardan gayrisini asla kabul etmez ve vermez.

                Şu halde cemiyetimiz, bugün bu istekleri reddetmekle, meşru müdafaa hissine uymaktan ve hiçbir şekilde tenkid edilemeyecek olan bir hakkını kullanmaktan başka bir şey yapmış olmuyor. Toplumun büyük çoğunluğu bu istekleri içtimai varlığını tehlikeye düşürecek mahiyette buldukça, içtimai ve ahlaki inançlarına, hislerine, fikirlerine, an’anelerine aykırı gördükçe, reddetmek mecburiyetinde kalacaktır. Bu şekilde hareket etmesi ise vazifesini yapmaktan başka bir şey değildir. Osmanlı toplumunun zihniyet, fikir ve hislerinin değiştirilmesi veya tadili, sadece âlimlerine, feylesoflarına ve sosyoloji müntesiplerine aittir. Bunu kadınların ve kadınlık davası güden bütün feministlerin bilmesi gerekirdi.

                Bu sebeple, feministlerin istedikleri hakları vermeyen, tavsiye ve nasihatlerini kabul etmeyen topluma karşı, hayret ve kırgınlıklarını göstermemeleri icap ederken; fikirlerine uyulmadığı ve istedikleri yerine getirilmediği için müteessir olduklarını görmekteyiz.

                TOPLUMUN İRADESİNE HÜRMET GEREKİR

                Feministler memleketin pek az görülecek derecede tehlikeli bir buhran geçirmekte bulunduğu bir zamanda bile umumi efkara karşı çıkmaktan, aleyhlerine uyandırdıkları geniş nefretten, his ve fikirlere soktukları karışıklığa hiç aldırmamaktan adeta zevk duyuyorlar. Bu cereyan mensuplarının, telkin ve fikirlerini ailelerin içinde ve dışında istedikleri gibi yaymalarına, tatbik ve icra etmelerine hiçbir şey mani olmuyor. Onların kadınlara giydirdikleri elbiselerde, takındırdıkları tavır ve hareketlerde, küçümseme ile dolu bir pervasızlık, iffet ve terbiye hislerine karşı açık bir hakaret gören milli duygu, son derece hiddet ve gazap duymaktadır. Ferdin içtimai ilk vazifesinin, toplumun iradesine hürmet ve riayet olduğundan, cemiyetin kaidelerini, an’anesini, intizamını ve haklarını ihlal ederek, içtimai bir suç işleyenlerin, cezayı hak edeceklerinden bu kimseler habersiz gibi görünüyorlar.

                Feministlik davası güdenlerin verdikleri örneğe uyarak, bir başka zümre de memleketteki kanunların pek haksız veya şiddetli olduğunu bahane edip itaat etmekten çıkar ve kendilerine göre tanzim edecekleri kanunlardan başkasına uymayacaklarını iddia edebilirler. Feminizm taraftarları, acaba bunu nasıl karşılarlar? Böyle bir zümrenin, kendilerini hak ettikleri cezaya çarptıracak olan devlet kuvvetini reddederek, kanunları kendi keyiflerine göre değiştirebilmeleri hakkını, o zümreye tanırlar mı?


                                                                    

Said Halim Paşa, Buhranlarımız ve Son Eserleri

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sarayın Bilim Kadını: Kurtubalı Lübna

Kadın Masonların Gizli Dünyası

Modern İslamcı Kadın Hareketleri ve Kubeysi Hanımlar